2004 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Zeynep Erverdi, kendi hukuk bürosu olup serbest avukatlık yapan, özellikle fikri mülkiyet, ticaret ve tüketici hukuki alanında yoğunlaşan bir iş insanı. Aynı zamanda, sporun birçok dalına gönül vermiş, gezmeyi, güzel şeyler yemeği ve keşfetmeyi çok seven dopdolu bir kadın. Profesyonel işinin en keyifli yanından bahsederken, toplumsal faydayı esas alarak belli bir matematik düzen içinde yaratıcılığa olanak sağlamasından ne kadar büyük keyif aldığını vurguluyor. Keşif tutkusu, onu hayatın içinde zinde tutuyor. Sporun birçok dalıyla ilgilenmeyi seviyor. Benim de ufak bir kısmına şahitlik ettiğim gibi, sportif faaliyetlerde kendi sınırlarını zorlayarak daha önce denemediği şeyleri denemeyi çok seven yenilikçi bir yapısı var. Sevgili Zeynep’le, sporun bir kadın olarak hayatındaki yeri, ona katttıkları ve spor uğruna katettiği kilometrelere ilişkin keyifli bir söyleşi yaptık.

Önce seni biraz yakından tanıyabilir miyiz Zeynep Erverdi kimdir, neler yapar, nelerden hoşlanır? 

Zeynep senin de bahsettiğin gibi, profesyonel kimliğinin yanısıra, sporu hayatının oldukça merkezinde tutan ve yaptığı her işten keyif almayı mümkün mertebe merkeze koymaya dikkat eden bir kadın. Son dönemde Triatlon sporu beni çok heyecanlandırıyor ve zinde tutuyor, triatlon yarışlarının yanı sıra, içinde 3 disiplini (yüzme, bisiklet, koşu) barındırdığı için bu disiplinlerde de birçok yarışa katılıyorum ve aslında tüm yaşantımı sporun hayatımdaki yerine göre şekillendiriyorum diyebilirim.

Sporcu olmanın yanısıra, bu işin eğitimini almayı da önemsediğim için Pandemi döneminde ikinci bir üniversite okumaya başladım. Halen İstanbul Üniversitesi’nde Egzersiz Spor Bilimleri Fakültesi’ne devam ediyorum, üçüncü senemi bitirmiş durumdayım. Sporcu yetiştirme konusunda da teorik bilgiye sahip olmanın hem kendi spor hayatım hem de bu alanda ilerlemek isteyen tüm sporcular için çok değerli olduğunu düşünüyorum.

Okumak, “okullu olmak”, özellikle de severek yaptığım bir işin teorisini de öğrenmek, benim için çok önemli ve beni canlı tutan bir unsur. 

Ayrıca, Temel Antrenörlük sınavlarına da girerek, 1. Kademe Triatlon Yardımcı Antrenörlük belgemi de aldım. Şu aşamada özellikle kendi antrenmanlarım açısından aldığım eğitimlerin ciddi faydasını görüyorum.

Profesyonel anlamında antrenörlük yapmıyorum ama ilerisi için bu yönde hayallerim var. Özellikle de, “yarış odaklı” yaklaşım yerine, sporcunun süreç boyunca hissiyatı, aldığı keyfi ve motivasyonunu merkeze alan bir yaklaşımla ilerlemeyi düşünüyorum.

Spor eğitim sürecimim yanısıra, hukuk alanında da doktora eğitime devam ediyorum.

Sporun birçok dalıyla ilgilendiğini biliyorum, yakın zamanda triatlon’a dönen tutkunun içinde koşu, bisiklet ve yüzme en başta gelenler. Spor tutkusu senin için nasıl başladı?

İlk başta pilates yapmaya başladım. Pilates bazıları için bir spor dalı olarak görünmeyen, görece “sakin” bir şekilde yapılan egzersizler gibi görünse de belli bir disiplin ve düzen içinde beden aktiviteleri yapmanın kişiye çok büyük katkıları olduğunu fark ettim. 

Daha sonra bir arkadaşımın vesilesiyle Nike’in 2012 yılında Bağdat Caddesi’nde düzenlediği koşudan haberdar oldum. Daha önce hiç koşu deneyimim olmadığı halde, 5 km’lik bir koşuyu “yürü koş”larla tamamladığımda keyif aldığımı gördüm. Sonrasında Mart 2013’te Runtalya’ya (Uluslarası Antalya Maratonu) katılmaya karar verdim, bu defa 10 km koşulacaktı. Kendimi hazırlamak adına kar kış demeden, yarış zamanına kadar kendim düzenli antrenmanlar yaptım. Bu disipline süreç beni çok etkiledi açıkçası. İnsanın belli bir amaç için bu kadar düzenli irade göstermesi, benim bunu yapıyor olmam benim için yepyeni bir şeydi. 

Runtalya’da hiç durmadan 10 km koşabildiğimi gördüm. Benim için çok özel olan ilk gerçek koşu yarışımda, bunu bir bağış kampanyasıyla birleştirerek ilk “Charity Run”ımı tamamladım. Sonraki süreçte katıldığım tüm maratonlarda bağış toplamaya devam ettim. 10km’lik, 15 km’lik çeşitli parkurlarda koştum.

Triatlon diye bir spor dalı olduğunu duyunca, eksik halkam olan yüzmeyi de bir spor olarak hayatıma katmaya karar verdim. Paris Yarı Maratonu’na hazırlandığım süreçte Taha Engin Hoca’yla tanıştım ve Yüzme İdman Yurdu’na başladım.  

Haziran 2021’de Avşa’da ilk defa triatlona katıldım. Finiş çizgine ulaştığımda, üç şeyi üst üste hakkıyla tamamlamış olmanın verdiği haz müthişti. Yapabildiğimi görmek, beni bu alanda devam etmek için güdüledi. 

Önce sprint mesafelerde, daha sonra olimpik mesafede triatlonlara katıldım. Bu sene Ekim’de de, bir aksilik olmazsa ilk defa Half Iron Man yarışına katılacağım.

Sporun hayatındaki yerini özetleyebilir misin?

Hayatın içinde yaş aldıkça, özellikle kadınlar olarak da birçok noktada evrilmeler yaşadığımızı düşünüyorum. Kendi açımdan sporla olan ilişkime de baktığımda bu tür evrilmeleri görebiliyorum. Bu kadar yarışa katılan biri olarak, finiş çizgisine ulaşmayı, başka bir deyişle “kendi en iyime” ulaşmayı elbette önemsiyorum. 

Ancak benim için sporun en cezbedici yanı rekabetçi yapısı değil, bunu net görebiliyorum.  Ben yarışa karar verme aşamasından, ciddi zaman gerektiren antrenmanlarla yarışa hazırlanmaktan ve yarış esnasında da orada olma halinden büyük keyif alıyorum.  Half Iron Man için örneğin Yunanistan’ı seçtik, çünkü bu vesileyle o topraklarda olmak da başlı başına bir macera olacak.

Sporla bu kadar haşır neşir olmanın dinginliğimi de artırdığını düşünüyorum. Bazen antrenmanlarda ya da yarışlarda, her şey istediğin gibi gitmiyor. Doğa şartları, senin o günkü modun her şey bunda etkili olabilir. Eskiden çok daha tahammülsüz olduğum durumlarda daha sabırlı olduğumu ve aynı zamanda çözümler üretmeye çalıştığımı görüyorum. Bazen de bırakmayı bilmen gerekiyor. Hepsini birer tecrübe olarak alıp yarışa devam ediyorsun, aynı bakışı tüm hayatın için de uyarlamaya başlıyorsun sonrasında.

Birçok yarışa da katıldığını biliyorum, yarışlara katılmaya karar verme noktasında seni neler tetikliyor?

İlk başlarda, amaç daha çok yarışa katılıp deneyim kazanmak olduğu için, nerede yarış varsa takip eder halde oluyorsun. Kendi açımdan her defasında kendimi bir parça daha ileri seviyeye taşımayı amaçlıyorum. Aynı yarışa katılacaksam, daha iyi bir sürede yapabilmeyi, farklı yarışa katılacaksam daha zorlu ya da uzun bir parkurda kendimi görmeyi önemsiyorum. 

Bugün geldiğim noktada ise, İstanbul dışında bir yarış olacaksa, öncelikle gideceğim yerin beni cezbetmesi gerekiyor, seçimlerimi büyük ölçüde buna göre yapıyorum diyebilirim 

İstanbul Triatlonu’nda örneğin ilk katıldığımda en büyük motivasyonum, boğazda yüzmek ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü bisikletle geçmekti, müthiş bir haz… 

Bu sene de Gelibolu Triatlonu’nu aynı heyecanla bekliyorum. Half Ironman için Yunanistan’ı seçme sebebim, bisiklet parkurunun manzarasıydı benim için. Almanya’da Avrupa Triatlon Şampiyonası’na katıldığımda, yüzdüğüm gölü gördüğümde yaşadığım heyecan, bence yüzmekten daha bile keyifliydi.

Yarış sonundaki dereceler, yaşamını nasıl etkiliyor?

Genel olarak rekabetçi bir yapım olmadığını düşünüyorum. Sohbetimizin başında da belirttiğim gibi, daha keyif odaklıyım ve sporun hayatıma kattığı disiplini seviyorum. Bir miktar daha rekabetçi hale gelip, kendimi daha da geliştirebileceğimi düşünüyorum.  Daha iyisini yapabilirdim dediğim noktada, bunun üzerine gitmeyi önemsiyorum. İlla kürsüde kendimi görmek değil ama kendi daha iyimi başarabilmeyi istiyorum.

“Spor yapmak istiyorum ama bir türlü vakit bulamıyorum” diyen kadınlara önerin ne olur? 

Türkiye’de triatlon yarışlarında görece daha az kadın sporcu var, oransal olarak neredeyse 1/5’i kadın diyebilirim. Ben evli değilim çocuğum yok, belki görece daha rahat vakit bulabiliyorum.  Ayrıca partnerim de sporun içinde aktif rol alıyor ve bu durum ikimizi de hizada tutuyor spor açısından. Bir süre sonra da antrenman ve takım arkadaşların senin için çok değerli bir çevreye dönüşüyor. Aynı şeyler için heyecan duyup, aynı yolda ilerliyor olmak, herkesin birbirini teşvik etmesine de olanak sağlıyor.

Triatlon sporuyla ilgilenirken çocuk, ev, iş dengesini çok güzel sağlayan çok başarılı kadınlar da tanıyorum. Özellikle annelerin, bir sporla düzenli ilgilenerek göstereceği azim ve disiplinin hem ona çok iyi geleceğine hem de çocuğuna çok iyi bir örnek olacağına inanıyorum. En yakınımdaki örnek olarak benim Triatlon antrenörüm İpek Onaran’ı verebilirim. 2020’de doğum yaptı, geçtiğimiz günlerde katıldığı Full IronMan yarışında kendi yaş grubunda birinci oldu. Çocuğunun anneye oldukça bağımlı olduğu bir dönemde, sabah dörtte kalkıp antrenmanlarını yaptı, çocuğu öğle uykusuna yattığında antrenmanlarına devam etti.  

Tabi bu noktada, annenin etrafındaki kişilerce desteklenmesi gerekli ve önemli. Bu ortam sağlandıktan sonra ve kişi “keyif alacağı” “kendisi için ideal” spor dalını bulduğunda, zaman ayırmakla ilgili sıkıntı yaşamayacağını düşünüyorum.  

Bir kadın olarak bitirdiğimde her yarışta “Bu yarışta on kadın varsa, biri bendim, inşallah bir sonraki yarışta on bir kadın olur” diyorum. Sporun sağlık ve iç disiplinin yanısıra toplumsal dönüştürücülük anlamında da ciddi katkıları olduğuna inanıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir