Ben bir feminist spor bilimciyim, kadın ve spor alanında hak temelli faaliyet yürüten bir derneğin çalışanıyım ve bir milli sporcuyum, uzun mesafe koşucusuyum. Küçük yaşlarda performans sporuyla tanıştım, onun kültüründe yoğruldum. Gün geldi kendimi çok güçlü hissettim gün geldi çok güçsüz hissettim. Gün geldi takım arkadaşlarımla oluşturduğumuz kız kardeşlik kültüründen çok beslendim ve desteklendim. Gün geldi, performans sporunun rekabet ve başarı odaklı kültürü, cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığını barındıran güvenli olmayan ortamı beni çok savunmasız hissettirdi. 1990lı yıllarda ilk feminizmle tanıştığımda dönüp sportif deneyimlerime baktım ve ilk yazımı yazdım. O zamanların ünlü feminist dergisi PAZARTESİ’de sporcu kadınların taciz deneyimlerini yazdım. Sonra araştırmacı olarak sahaya indim. Benim ve arkadaşlarımın deneyimlerinin bir çok kadın tarafından deneyimlendiğini gördüm. Evet, işte bu ortak kadınlık deneyimleri anahtar bir kavram oldu benim için. Kadının güçlenmesinde ve güçsüzleşmesinde anahtar role sahip bir kavram.
Spor, kadınları nasıl güçlendirir ve nasıl güçsüzleştirir? Bu sorunun yanıtını bulmak için önce kadının güçlenmesi kavramının içine biraz girmek istiyorum. Biz ne anlıyoruz kadının güçlenmesinden?
Kadının güçlenmesi nedir?
Güçlenme kavramı farklı insanlar için farklı anlamlar taşıyabilir ya da farklı ideolojiler için farklı anlamlar içerebilir. Kadının güçlenmesinin mantığı ve süreci farklı feminist ideolojiler tarafından farklı tanımlanmaktadır. Örneğin, radikal ve eleştirel feministler eleştirel bir bilinçlenmenin altını çizerler. Kadının, kendi gerçekliğini çevreleyen güç eşitsizliklerinin farkı varması kadının güçlenmesinin anahtarıdır. Bilinçlendirme yoluyla kadınların dezavantajlı deneyimlerini diğer kadınlarınkiyle ilişkilendirebileceklerini ve böylece kişisel sorunlarının sosyopolitik boyutlarını görebileceklerini öne sürerler. Yani, vurgu kolektif bir güçlenmedir, vurgu nihayetinde kadının toplumsal konumunda bir değişimdir. Liberal feminisler ise bireysel güçlenmenin altını çizerler. Kadınların, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini sorgulamadan fiziksel ve zihinsel güçlenmeyi vurgularlar. Politika geliştirme sürecinde bu iki yaklaşımı birlikte ele alabiliriz: Kadının güçlenmesi, bireysel ve toplumsal düzlemde yaşanan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri neticesinde güçsüz bırakılan kadının koşullarının dönüşümü yoluyla güçlenmesidir.
Yani, kadının güçlenmesini bireysel ve toplumsal düzlemde ele alabiliriz. Birbiriyle yakından ilişkili bağlamlar olmakla birlikte, bireysel düzlemde kadının güçlenmesi şunları ifade eder: Öz güvenin ve öz yeterliğin kazanılması, kendi yaşamı üzerinde kontrol sahibi olabilme, hayatı ile ilgili tercihler yapabilme, karar verebilme, karşılaştığı problemleri çözebilmek için kaynaklarını kullanabilme, kendi hayatını yönlendirme gücüne sahip olma, fırsat ve kaynaklara erişim hakkının farkına varma vb.
Toplumsal düzlemde kadının güçlenmesi, toplumsal dönüşümü ifade eder: Kadının ikincilleştirilmesine neden olan toplumsal ve kültürel yapının anlaşılmasında aktif rol oynama, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüşümü, cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizlik içeren kurumların ve yapıların dönüştürülmesi için çalışmalar yapılması, kadınların toplumsal dönüşüm için birlikte hareket edebilmeleri vb.
Spor, kadının güçlenmesini sağlayabilir mi?
Spor, kadınlar için kişisel değişim yaratma kapasitesine sahiptir. Bir anlamda, psikolojik güçlenmelerini yani bireysel düzlemde güçlenmelerini sağlayabilir. Kendi bedenlerini tanımalarını, geleneksel olarak zayıf ve yaralanabilir olarak adlandırılan, zor ve dayanıklılık gerektiren işlerden uzaklaştırılan bedenlerin güçlü ve dayanıklı olabildiklerini görmelerini sağlar. Öz güvenleri ve öz yeterlikleri gelişir. Kendi bedenlerinde kontrol sahibi olabileceklerini fark eder. Bu farklı yaşamı dönüştürmek için harekete geçme motivasyonu sağlayabilir.
Spor, kadınların kamusal alanda görünürlük kazanmalarını sağlayabilir. Özellikle düşük ekonomik veya sosyal statüye sahip olan kadınlar, sadece spora erişim sağlayarak güçlenmiş hissedebilirler. Erişilebilir fırsatlar, düşük gelirli kadınların toplumlarına dahil olma ve katılım duygusu kazanmalarını sağlayabilir. Kamusal alanda yer alabilme, kamusal görünürlük sağlayabilir.
Spor, geleneksel kadınlık kalıp yargılarının yıkılmasında bir araç olabilir. Geleneksel kadınların kadınlık ve erkeklik kavramlarını yeniden müzakere edebilecekleri, kadınları zayıf ve aşağı olarak nitelendiren klişelere meydan okuyabilecekleri ve toplumlarına neler başarabileceklerini gösterebilecekleri bir alan sağlar. Örneğin, TOKYO 2020 Olimpiyatlarında madalya kazanan boksör Busenaz Sürmeneli, Busenaz Çakıroğlu, güreşçi Yasemin Adar geleneksel olarak erkeklikle özdeşleşen sporları yaparak kadınların da yapabileceklerini gösteriyorlar. Kız çocuklarını ve kadınları boks yapmak ve güreşmek için cesaretlendiriyorlar ve sporcu kadın kimliğini güçlü kadın kimliği ile birleştirerek yeni bir güçlü sporcu kadın kimliği inşa ediyorlar. Ve bu kimlikleriyle hepimize, özellikle kadınlara umut oluyorlar.
Kadınlar eril bir sporun kültürünü dönüştürerek direnebilirler. Örneğin, kadın futbol taraftarları alternatif taraftar grupları oluşturabilirler. Kadın bisiklet grupları var, kadınların kamusal alanda görünürlüğünü artırmayı amaçlayan: Zincirleri kıran kadınlar. Kadınların sporda erkek egemen tutum ve kültüre karşı direnişi spor alanlarının ötesine de taşınabilmektedir. Bir kadının direnişi diğer kadınların direnişini etkiler günlük yaşamda kadınlık ve erkeklik ile ilgili geleneksel varsayımlara meydan okumak için diğer kadınlara ilham verebilir.
Sporun diğer kültürel pratiklerden farkı nedir?
Önce faaliyetin kendisine bakalım. Sportif faaliyetin çekirdeği beden. Farklı bir ifadeyle fiziksellik. Kadın sporcular spor yaparak, bedenlerini hareket ettirerek, fiziksel güç kazanarak, kas kuvvetini, dayanıklılığını arttırarak bedenlerine yönelik olumlu benlik algıları geliştirebilir ve bedenleri üzerinde kontrol kazanabilirler. Toplumsal cinsiyet kalıp yargılarının, kadınları ikincilleştiren politikaların, ideolojilerin kadın bedeni üzerinden gerçekleştiğini düşündüğümüzde, kadınların yabancılaştıkları kendi bedenleri üzerinde kontrol kazanmaları müthiş bir kazanım. Örneğin, Türkiye’de son yıllarda artan bir kadın savunma sanatları ya da kadınların kendilerini korumalarını hedefleyen öz savunma sporlarının yaygınlaştığını görüyoruz. Dövüş sanatları katılımcıları, kendilerini fiziksel olarak hissettiklerini bildiriyorlar. Fiziksel güç geliştirerek zihinsel olarak da güçleniyorlar. Bu da kadınların toplumsal olarak dikte edilen fiziksel ve zihinsel zayıflığı reddetmelerini sağlayabiliyor.
Ayrıca, sporun büyük kitleleri etkileme işlevi var. Spor, yereli ulusal ve uluslararası boyutuyla kocaman bir uzamsal mekanı kaplıyor. Sadece spor izleyicilerini düşünmeyelim. Büyük bir endüstri söz konusu. TOKYO Olimpiyatları zamanında Olimpik kadın sporcuların ana akım medyada ve sosyal medya “Güçlü Türk Kadını” retoriği içeren mesajlarının toplumda, özellikle kadınlar arasında ne büyük bir ilhama ve birliktelik inancına dönüşebildiğini gördük.
Spor, kadını güçsüzleştirebilir mi?
Spor kendi başına kadınları bireysel ve toplumsal bağlamda güçlendirici bir etkiye sahip olamaz. Spor programının ortamına bakılmaksızın spor katılımının tüm katılımcılara aynı deneyimleri ve faydaları sağladığı varsayılamaz. Araştırmalar, özellikle güçlenme niyetinin olmadığı, geleneksel spor ve geleneksel toplumsal değerlerle yapılandırılmış spor programlarının kadınların toplumsal cinsiyet normlarına uymalarına, bu normları içselleştirmelerine sebep olduğunu da göstermektedir.
Spor deneyimleri toplumsal cinsiyet rollerini ve beklentileri pekiştirebilir ve kadınların kendilerini güçsüz hissetmelerine neden olabilir. Bazı bağlamlarda, kadın ve sporcu olarak kendilerinden beklenen rollerin çatışmasını fark eden kadınlar, ya sporu bırakarak ya da görünüşlerini ve davranışlarını kadınsılaştırarak toplumsal beklentilere uymaya karar verebiliyorlar.
Bedensel görünümün sağlıktan, geleneksel kadınlığın sporcu kimliğinden ön planda olduğu bazı spor dallarında kadınların olumsuz deneyimler yaşadığını biliyoruz. Bir çok kadın olumsuz beden imgesine sahip olabiliyor, yeme bozukluğu davranışları gösterebiliyor. Neden? Daha ince bir bedene sahip olmak için. Peki bu baskı nereden geliyor? Performans sporu kültüründen. Mary Cain’in hikayesini anlatayım. Amerikalı genç bir sporu Mary Cain. Nike firmasının Oregon Projesi isimli bir takımda uzun mesafe konuşucusu. Antrenör Salazar, performansı daha iyi olsun diye onun kilosunu kontrol ediyor. Menstruasyon görmesini engellemek için doğum kontrol hapı kullandırtıyor. Ve Mary 3 yıl menstruasyon görmüyor. Sonuç, kemik erimesi, performans düşüklüğü, depresyon…
Evet, bu kısa yazıda çok da katmanlı bir tartışma yürütmeden Spor kadını nasıl güçlendirir nasıl güçsüzleştirir? Sorusuna yanıt aradım. Şu noktaya geldim: Spor, kadını güçlendirebilir de güçsüzleştirebilir de. Spor, kadını güçlendirir varsayımını sorgulamadan kabul etmekte biraz tereddüt etmekte fayda var. Bu varsayım kadınların yaşadıkları eşitsizlikleri gölgeleyebilir ve kolektif bir eşitsizlik mücadelesini engelleyebilir. Unutmayalım ki kadının güçlenmesini bu kadar önemsememizin sebebi kadınların yaşadıkları toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri. Kadını güçsüzleştiren, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinden yoksun bir kadının güçlenmesi bireysel güçlenmekten öteye gidemez. Ama kadının bireysel güçlenmesi içinde bir kolektif etkiyi de barındırabilir. Yani, bir kadın ayağa kalkarsa tüm kadınlar için ayağa kalkmış olur!