*Dikotomi ya da ikileşim bir kavramın farklı iki yönünün ve karşıtlıklarının bir arada bulunmasına, birbirini tamamlayarak kavramı açıklamasına denir.

Spor eşitsizlikleri derinleştiren bir endüstri iken aynı zamanda ortak bir dil ve duygu etrafından binlerce insanı bir araya getiren bir alan.  Spor ile bedenimizi özgürleştirmek de mümkün, cinsiyet hiyerarşilerini yeniden üretmek de…Sporu bir toplumsal mücadele alanı geliştirmek için araç olarak kullanmak da mümkün, etnisite, ırk ve sınıfsal eşitsizliği üreten bir söylem geliştirmek için araç olarak kullanmak da…

Peki spor nasıl oluyor da tüm bu dikotomileri bir arada mümkün kılabiliyor? Barındırdığı dikotomilere rağmen sporu göç politikaları ve barışçıl bir söylem geliştirmek için kullanmak nasıl mümkün olabilir? Tüm bu soru(n)ları spor sosyolojisiyle analiz etmeye çalıştığımız röportajımızda, sorularımızı    İstanbul Bilgi Üniversitesi Spor Yöneticiliği Bölümünden  Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan,  Sporda Adalet ve Haklar İçin Sahadayız Derneği(SAHADAYIZ) ekibinde yer alan İlknur Hacısoftaoğlu yanıtladı. 

Spor eşitsizliklerin yeniden üretildiği bir endüstri iken aynı zamanda katılım temelli alan açan bir özgürlük alanı olarak da değerlendiriliyor. Sporun içindeki dikotomileri yaratan nedir? 

“Spor aslında bir toplumsal kurum. Diğer toplumsal kurumlar gibi içinde bulunduğu toplumların eşitsizliklerini yeniden üretiyor. Bu eşitsizliklerin yeniden üretiminde sporu güçlendiren çeşitli taraflar var. Bunlardan biri sporun ikili cinsiyet yapısına göre modern sporların ortaya çıkışından itibaren eril bir spor olarak kurulmuş olması. 1896’da ilk modern olimpiyatlar Atina’da yapıldığında kadınların katılımı hemen gündeme geldi. Çünkü, alan erkek egemendi. Spor, erkeklerin varsayılan fiziksel üstünlüğünün göstergesi olarak görüldüğü ve sergilendiği için “bu alan sadece erkeklere özel bir alan mı, kadınlar da dahil olabilir mi” sorusu, gündeme geldi. Bu durum, ikili cinsiyetlerin, kadın ve erkek arasında kurulan hiyerarşinin yeniden üretilmesine neden oldu.  Modern Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu Baron Pierre Fredy de Coubertin, bu alanın erkekler için olduğunu ilan ediyordu. Fakat diğer yandan kadınlar, bu alana dahil olabileceklerini söylediler. Aslında spor dediğimiz alan insanların bedeninin hareketinden haz duyduğu oyun oynadığı bir alan. Oyun oynamak dediğimiz şey esasında, Johan Huizinga’nın da dediği gibi kültürler ötesi; kültürlerin olmadığı andan itibaren var olan bir insanlık hali. Hatta bir canlılık hali. Hayvanlar gibi insanlar da oyun oynuyor. İnsan, oyun oynamaktan duyduğu hazzı da spora taşıyor.” 

Spor bir toplumsal mücadele alanı olarak da değerlendirilebilir. Bu mücadele alanını temsil eden sembollerin var olduğunu söylemek de mümkün. İlknur Hacısoftaoğlu’na göre bu sembollerden biri bisiklet:

“Kadınlar sporda ilk andan itibaren var olmaya çalıştılar. Fakat erkekler de ilk andan itibaren bu alanın kendilerine ait olduğunu söyleyenlerdi, bunu uzunca bir süre söylemeye devam ettiler. Bisiklet de bu anlamda bir spor olarak insanın hareket ettiği, hareketinden haz duyduğu bir alan olarak önemli bir toplumsal hareket sembolüne dönüştü. Bisiklet Süfrajet hareketinin sembollerinden biriydi. Fatma Aliye’nin bisikletiyle olan fotoğrafı bugün hala bizler tarafından kullanılan bir fotoğraf. Çünkü, kamusal alanda hareket eden kadın bedeni bisikletle görünür oluyordu. Evin içinde tanımlanan, narin, kırılgan kadın bedeninin dışında bir mesaj veriyordu topluma. Bununla birlikte karşı bir söylem de gelişti. Bisikletin sağlığa ne kadar zararlı olduğu, kadın cinselliğine ve üremesine zarar verdiğine dair çalışmalar da beraberinde geldi. Ancak kadınlar bisiklete binmeye devam ettiler. Bu anlamda spor bir mücadele alanı. Hiyerarşik kurulmuş cinsiyetin karşısında duran ve bunu en iyi kıran alanlardan biri.” 

İdeal beden algısı, hem kadınların hem de erkeklerin bedenleri üzerinden yürütülen bir sembolik tahakküm biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak neyse ki sporda görünür olmak sadece bedenler üzerinden inşa edilmiyor. Görünür olmak için barışçıl yollar var: Bir arada olmak, adil katılım hakkı tanımak, ortak sesi yükseltmek. Bu da sporla mümkün:

“Spor heteroseksüel erkeklerin, hegemonik erkeklik dediğimiz ulaşılamayan ideanın alanı olarak kuruluyor. Kadınların spor alanında verdiği mücadele bu alanı kırmaya yönelik oluyor. Spor, toplumsal hareketlerin de en çok sesini duyurduğu alanlardan biri. Bir diğer taraftan da spor, gündelik hayatımızın ve popüler kültürün çok önemli bir parçası olduğu için; bu alanda söylenen her söz ve yapılan her eylem çok çabuk görünür oluyor. Spor, taraftarları, sporcuları ve takip edenleri ile büyük bir alan yaratıyor. Sadece spor yapanların ilgilendiği bir alan değil. Spor,  dünya çapında büyük kitleleri bir araya getiren bir alan. Spor toplumsal hareketlerin sesini duyurabileceği uygun bir alan; herkesin kullanabileceği bir araç. Örneğin “Sports Washing”, bunu sporla kendini aklama olarak çevirebiliriz, devletlerin kullandığı bir propaganda aracıyken diğer taraftan ona karşı çıkan muhalif hareketlerin de sesini duyurabilmesi için kullandığı bir araç.” 

Sporda eşitsizlik çoğunlukla cinsiyet temelli tartışılıyor.  Peki sporda eşitsizlikleri derinleştiren diğer faktörler neler?

“Sporda çok temel yeniden üretim alanlarından biri ırkçılıktır. Sporda, “siyah bedenlere” başarıyla atfedilen ama aslında onu sadece bedeniyle var olan insan sınırlarına çeken bir söylem vardır ve bu söylem sporda çok yerleşik ve normalmişçesine kabul edilir. Bir “beyaz” sporda başarılı olduğunda ne kadar çalıştığına vurgu yapılırken; bir “siyah” başarılı olduğunda onların genetik olarak ne kadar üstün olduğuna vurgu yapılır. Çünkü, “Protestan Ahlakı”yla birlikte “beyaz adama” çalışan, eyleyen ve başaran insan sıfatları atanmıştır. Bu söylem “siyahlar” için değil “beyazlar” için geliştirilir. Siyahlar bir başarı elde ettiyse ancak genetik olarak üstün olduğundan elde etmiştir, söylemi çok güçlüdür ve hemen buna atıf yapılır. Aslında “siyahlar” için spor, arkasında güçlü bir mücadele alanı barındırır. Afrika kıtası sömürgeler sonrası yoksulluğun çok keskin olduğu bir kıtadır ve burada “beden” başarı sağlamak için önemli bir araçtır. Burada “beden” sosyal mobilitenin sağlanabileceği bir araç olarak görülür ve yatırım “bedene” yapılır. Spor, önemli bir para kazanma ve ilerleme aracıdır.” 

Sporda cinsiyete dayalı ayrışmanın ötesinde tartışmamız gereken bir başlık da etnisite. Etnisiteye dayalı ayrıştırıcı dil, ulus-devlet olgusu üzerinden açıklanabiliyor: 

“Spor etnisite bağlamında düşündüğümüzde milliyetçiliğin en görünür olduğu alanlardan biridir. Bugün, dünyanın en büyük spor organizasyonları olan olimpiyatlar milletlerin kendini temsili üzerine kuruludur. Milletlerin barışı söylemine dayanır fakat milletler birbirine karşı yarışır. Olimpiyatlar devleti olan milletlerin yer alabildiği bu anlamda da ulus devlet olgusunun yeniden üretildiği organizasyonlardır.”

Değinilmesi gereken bir diğer başlığı ise sınıfsal eşitsizliğin spordaki yansımaları bağlamında değerlendirmek mümkün:

“Sporda her branş bir toplumsal sınıfa özgüdür. Golf ve tenis gibi branşlar daha orta ve üst sınıfla ilişkili görülür. Çünkü bunlar ekipman gerektiren branşlardır. Atletizm ve güreş gibi alanlar daha az gelirli sınıflara aittir. Ekipman gerektirmez, doğrudan bedenlerin mücadelesine dayalıdır. Bedenlerin teması çok yoğundur. Öte yandan, rekor kırmaya dayalı sistemiyle performans sporları, bedenin kendini aşmasını gerektirir. Burada biyolojik sınırların aşılmasını gerektiren bir güç beklentisi ortaya çıkar. Bunun için yoğun antrenmanlar ve bütün hayatı feda etmek üzerine kurulu bir söylem vardır. “No pain, no gain”, yani acı yoksa başarı da yok dediğimiz bir anlayışın yaygın olduğu bu alanda da yine alt sınıflar görünürdür. Burada da sınıfın yeniden üretildiği bir alan karşımıza çıkar.”

Spor cinsiyet, kültür gibi bağlamları kullanarak dışlayıcı kodlar yaratan bir endüstri olduğu gerekçesiyle mi yoksa bir arada olmayı mümkün kılma potansiyeliyle mi hak temelli bir spor aktivizmine ihtiyaç duyuyor? 

“Aslında her iki açıdan da ihtiyaç duyuluyor. Bir taraftan eşitsizliklere karşı bir savunuculuk gerekiyor. Kim spora dahil olmak istiyorsa adil katılım hakkının sağlanması, tüm insanların spor yapabileceği bir sistemi desteklemek gerekiyor. Bununla birlikte bütün bariyerleri ve engelleri aşmak zor bir süreci gerektiriyor. Yoksul çocuklar için spora gereken zamanı ayırmak günümüzde daha da zorlaştı. Spor kulüplerinin çoğu ücretli. Bunun dışında yerel yönetimlerin spor alanları var. Ancak alan açmanın yanı sıra çocukların burada bulunmasını sağlayacak koşulları ve güvenliği de sağlamak gerekiyor. Bu anlamda spor, çocuk hakları için bir aktivizm alanı. Kırılgan gruplar için spor alanında güvenliği sağlayacak politikalar gerekiyor. Alandaki tüm paydaşların, tüm aktörlerin çocuk koruma ve katılımı perspektifine sahip olması ve bunun da merkezi olarak kurumlar tarafından savunulması ve yürürlüğe girmesi konusunda kararlılık gerekiyor. Bir diğer tarafta ise bir arada olma kültürünü değerlendirmek gerekiyor. İnsanların taraftarlık kültürü bir arada hareket etmeye, bir arada söz söylemeye dayanıyor. Spor bir anlamda, insanları bir duygu etrafında birleştirmeye dönük bir alan. Bir de bu alanın alternatiflerini değerlendirdiğimizde; artık sadece başarı ve performans odaklı olmayan spor alanları da yaratılıyor. Bu alanlar, herkesin bedeninden zevk alabileceği, yetenekli olsun ya da olmasın birlikte spor yapabileceği, spor yapma duygusunu paylaşabileceği bir özgürlük alanı olarak da çok anlamlı. Spor, özgüven kazanma, bedeninin farkına varma anlamında etkin kullanılabilecek bir araç.” 

Sporcuların adil bir katılım hakkına, eşit temsile ve fırsat eşitliğine sahip olabilmesi için nasıl bir aktivizm benimsenmeli, spor aktivizminin üzerine düşen nedir? Spor aktivizmi STK’lar aracılığıyla denetleyici bir rol üstlenmeli mi?

“UEFA VE FIFA ile birlikte çalışan dış paydaş, dış denetleyici STK’lar var. Dünyada ve Türkiye’de bunun olması gerekiyor. Sporda Adalet ve Haklar İçin Sahadayız Derneği’nin yapmak istediği şeylerden biri de bu. Her zaman dış bir göz gereklidir. Sivil toplum perspektifi, haklara yönelik politikaların ne kadar hayata geçtiği üzerine bir işlev üstlenebilir. Türkiye’de sporcuların birer aktivist olarak eşitlik konusundaki rolü çok önemli ancak bu gelişmekte olan bir alan. UNDP Türkiye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Elçisi olan sporcular var; Bahar Toksoy ve Ferhat Arıcan. Bu isimler elçi olarak görev yaptılar, bu çok değerli. Eşitliğin sağlanması, yoksulluğun giderilmesiyle ilgili politikaların teşvik edilmesinde sporcuların birer toplumsal aktör olarak da önemli bir işlevi olabileceğini düşünüyorum.”

Göç, katılım fırsatlarını kısıtlayan sosyal normları, damgalayıcı söylemleri, kültürel ayrışmaları beraberinde getiriyor. Çalışmalarınız ve dernekteki faaliyet motivasyonunuz göz önüne alındığında sporu Türkiye’nin göç politikalarının entegrasyon stratejileri arasında görmek mümkün olabilir mi, spor aktivizmi ile hak temelli ortak bir dil oluşturulabilir mi?

“SAHADAYIZ’ın ana çalışma alanlarından biri göç. Spor alanında insan haklarına ilişkin çalışmalar yapma gerekliliğine inanıyoruz. Spor gibi sihirli bir alanın farkına varmak gerekiyor. Nasıl sihirli bir alan? Herkes spor yapmayı sever, herkes bedeninin hareketinden haz duyar ve oyun oynar. Spor insanları birbirine kaynaştırmak için de çok sihirli bir araç. Bir yandan bir savunuculuk ve farkındalık alanı bir diğer taraftan da özellikle göçmenlerin uyumunda, göçmenlerin topluma entegrasyonunda, toplumun içinde ev sahibi halkla bir arada olmasında çok önemli bir işlevi var. Bütün dünyada spor bu anlamda bir araç olarak kullanılıyor. Göçmen olmayan ve göçmen çocukların bir arada spor yapabileceği bir alan oluşturmak çok değerli. Dünyada bu anlamda çok fazla çalışma var. Çalışmalar, merkezi spor kurumları, çocuk koruma kurumları tarafından da destekleniyor. Fakat bunu sivil toplum anlayışıyla geliştiren projelere ihtiyaç var. Ülkemizdeki çalışmaların sahada olan insanlarla birlikte, çocukların birbiriyle kaynaşacağı alanlar yaratarak yapılması gerekiyor. Göç ve göçmenlik hiçbirimizin reddedemeyeceği bir gerçek. Biz birlikte yaşayacağız. Barış içinde birlikte yaşamanın politikasını oluşturmalıyız.” 

Türkiye’de göç dinamizmi nedeniyle uyum sürecinde olan paydaşlar için ortak bir zemin hazırlamak adına spor aracılığıyla neler yapılabilir, dernek olarak çalışmalarınız var mı?

“Ben kişisel olarak Afrikalı futbolcuların sosyal uyumuyla ilgili yeni bir Erasmus Plus projesi bitirdim. Avrupa çapında yapılan bu projeye yedi ülkeden sekiz kurum katıldı. Afrikalı futbolcuların sosyal uyumunu desteklemek için çeşitli araçlar geliştirdik. Geniş bir saha çalışması yaparak bir rapor yayınladık. Bir diğer taraftan bir “tool kit” oluşturduk. Göçmen sporcuların yararlanabileceği yedi farklı ülkedeki göçmen sporcu kanunları düzenlemelerini anlattığımız bir rehber oluşturduk. Bir de farklı dillerden kişilerin yararlanabileceği bir eğitim modülü hazırladık. SAHADAYIZ olarak da yapmak istediğimiz çalışmalar var. Göçmen olup spor yapmak isteyen çocukları destekleyeceğimiz bir sistem kurmak, yol gösterici rehberler hazırlamak istiyoruz. Bir arada olma kavrayışıyla, göçmen çocukların spor yapabileceği alanlara yönelik projeler geliştirmek istiyoruz. Deprem bölgesine yönelik çalışmalarımız da var. Gelecek aylarda bir yuvarlak masa toplantısı yaparak, farklı paydaşlarla deprem bölgesinde neler yapabileceğimizi konuşacağız.” 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir