Yüzme, bisiklet ve koşu branşının ard arda gerçekleştiği dayanıklılık sporu olan triatlon branşı antrenörlüğünü, branştaki kadın antrenörlerin varlığını, kendini ulusal ve uluslararası arenada kanıtlamış sayılı antrenörlerden Özenç Aygün Gündüz’ün hikayesi üzerinden kendisi ile ele aldık.
World Triathlon ve Türkiye Triatlon Milli Takım Antrenörlüğü ulusal ve uluslarası alandaki yürüttüğü önemli çalışmalardan yalnızca ikisi olan Özenç Aygün Gündüz’e ilk sorum belki de son soracağım şey oldu. Triatlon, kendi başına bir branş mı yoksa içerdiği branşlardan birine dahil olan sporcuların bir şekilde yolunun düştüğü bir etkinlik mi muamması hala devam ediyorken, çoğu alanda olduğu gibi kadın olarak varlık göstermenin bir ön yargı olduğu bir toplumda, dünyada ve Türkiye’de sayılı antrenörlerden biri olmak gerçekten başkaları için de hayal edilebilir, ulaşılabilir bir şey mi? dedim ve tereddütsüz aldığım cevap ile sohbetimiz hemen koyulaşmaya başladı.
Ö: Evet, tabii ki. Elbette kolay demeyeceğim. Bu yazıya ilgi duyup okumaya başlamış olacak herkesin anlayabileceği şekilde söyliyeyim: zorlanmıyorsanız zaten gelişmiyorsunuzdur. Dolayısı ile de ilerleyemez daha ileri seviyelere gelemezsiniz. Güncel olmak, takip etmek , iyi bilmek ve hep öğrenmeye devam etmek.. kısaca bir görev, ünvan ile ilgileniyorsanız buna layıkı ile de hazır olmak durumundasınız. Ben bu görevler ile ilgilenerek, spesifik olarak buna hazırlanarak bugün buraya geldim diyemem ama hazır olduğum için bu görevlere seçildim diyebilirim. Burada kadın olmanın verdiği en büyük zorluk ise mental bariyer ve fiziki olarak hayat koşullarının düzenlenmesindeki durum olabilir
Henüz ilk cümlesi ile kapıyı cömertçe açan Özenç’e akabinde gelen sorum ise; O halde kendisinin nasıl bir yolculuktan geçtiği oluyor ve yanıtı ile ‘hazır olmak’ derken ne demek istediğini de biraz daha açma şansı buluyor.
Ö: Antrenörlük benim için bir hedef olmadı aslında hiç bir zaman. Ben her ne yapıyorsam o konuda daha bilgili, güncel ve ileri götürmek niyetim olduğu takdirde buna hazır hissetmeye ihtiyaç duyan biriyim. Spor ise İzmir’deki çocukluk yıllarımdan itibaren hayatımda vardı. Bir dönem basketbol oynadım, ortaokul yıllarımda birkaç sene hentbolcuydum ve bir dönem yüzmeye gittim. Ancak bütün bunlar hiçbir zaman bende sporcu olma hayaline paralel ilerlemedi. Aslında sadece deşarj oluyordum.
Benim aslında topluma seslenme, bir şeyler anlatma ve bunu mümkünse sanatla yapma gibi bir derdim vardı. Dolayısı ile eğitimimi ve profesyonel hayatımı bu yönde şekillendirdim. İzmir’de konservatuvarda ses eğitimi ile başlayan yolculuğum kendimi biraz daha tanıdıkça İstanbul’a doğru kaydı. Burada da sunuculuk-spikerlik okurken tiyatro alanında da ustalardan dersler alma şansım oldu. İzmir’den beri bu alanların içinde olmak, belli bir deneyimle İstanbul’a görece daha hazır gelmiş olmak, benim için aldığım eğitim ve deneyim imkanlarını oldukça verimli kıldı. Bu İstanbul yolculuğuna çıkmak, hayatımın dönüm noktalarından biri oldu elbette.
İstanbul’da profesyonel yaşantıma çeşitli prodüksiyonlarda yer alarak ve sunuculuk yaparak başladım. Hareket halinde olmayı da seven bir yapım olması dolayısı ile de spor da hayatımda bir şekilde hep olmaya devam etti. Bu süreçte ise spor olarak koşu da vardı hayatımda. Meslek profesyonellerinden destek alarak spor hayatımı sürdürmeye özen göstersemde neyin neden olduğu ve nasıl olması gerektiğini kurcalayan biri olarak koşu için de bilinçli olmak için hangi eğtimlerin gerçekten verim sağlayacağını araştırarak düzenli olarak bu eğitimlere katılıp hep ne yaptığımı daha iyi anlamaya çalıştım. Bazı fırsatlar olsa da bu dönemde antrenörlüğe geçmek gibi profesyonel bir dönüş hiç düşünmedim. Sporcu olmayı çok seviyordum, iyiydim de. Sadece ne yaptığımı bilmeye çalışıyordum. Bilgiyle ilgili bir dertti benimkisi.
Sohbetimizin burasında, kendini ve yaptığı şeyleri daha iyi anlamaya çalışır durumda kalmak üzere şekillenen bir karakter ile bu sürecin aslında başladığını anlıyorum böylece. Bu noktada ise merakım şuraya evriliyor ve soruyorum. İzmir’deki yaşam deneyiminin doğurduğu İstanbul sürecinde, spor çocukluğundaki gibi bir nevi deşarj yöntemi olarak hep hayatında olmaya devam etmiş. Diğer taraftan ise başkaları tarafından gerek sportif düzeyin gerek teknik donanımsal düzeyin farkediliyor olmasına rağmen bu işten para kazanmak gibi bir düşünceyi hayal etmek bir kenara reddettin. Ne oldu da fikrin değişti ?
Ö: Fikir değiştirmek çok doğru bir söylem olmayacak sanıyorum çünkü yolumu antrenörlüğe eviren dönüm noktası ilk olay rahatsızlanarak 2 ay hastanede yattığımda hayatta yapmaktan en çok keyif aldığım şeyin spor olduğunu farketmem oldu.
Sahnede ve ekranda olmak, alkışlanmak, yaptığım işle gurur duymak.. bütün bunlar harikaydı. Ancak sporun beni daha çok mutlu ettiğini fark ettim. Bu noktadan sonra yaşamsal olarak hayatımı devam ettirmek üzere işlerimi sürdürdüm ve daha çok spor ağında zaman geçirerek antrenmanlarımı istediğim seviyede yapmaya daha çok zaman ayırdım. Daha çok yarışa gittim, daha uzun mesafelere hazırlandım ve tabii spor ve koşu branşı ile ilgili daha çok şey öğrendim.
Rahatsızlığım sebebiyle uzun ve ciddi antrenman temposuna vücudumun müsaade etmeyeceği söylendi ancak ben optimum yapabileceğim seviyede bunu sürdürmeye devam etmek istiyordum. Bir jübile yapacak olsam bunu triatlon ile yapmak isterim diye düşünmeye başladığımda ise artık tamamen triatlona yönelmeye karar verdim. Hedeflediğim bir kaç yarış, mesafe sonrası vücudumun neye el verdiğine bakarak ona göre bir spor hayatı ile devam etmeyi düşündüm.
Böylece triatlona bir klüp sporcusu olarak hazırlanmaya başladım.Buradaki varlığım sporculuktan antrenör yardımcılığı gibi bir duruma çok organik şekilde evrildi. Bir ünvan değildi bu ancak alt yapı sporcuları ile olan iletişimim ve yaklaşımım beni böyle bir duruma getirdi. O dönem klüpte alt yapıyı çalıştıran Eşim Erdoğan ile de burada tanıştım. Erdoğan ile olan ilişkimizin yönü, ben klüpten ayrıldıktan sonra da sporcularla olan bağımı devam ettirdi.
Bir gecede Erdoğan ve diğer bir klüp antrenörü Oleg’in klüpten ayrılmaya karar vermeleri ile ise benim antrenör olma hikayemi iyice şekillendirmiş oldu. Bizlerle devam etmek isteyen sporcularımız vardı dolayısı ile yapılacak şey oldukça belliydi zaten. Klüp kurduk. O dönemde de bilmek, anlamak amaçlı katıldığım eğitimler arasında antrenörlük eğitimleri zaten vardı ancak artık bu işi yapacaksam güncel olmalı ve sürekli güncel kalmalıyım da diye düşünerek başladım resmi olarak antrenörlük kariyerime. Hiç bir zaman belge toplamaya inanmadım ancak nitelikli eğitimleri sürekli takip ederek katıldım, katılıyorum.
Bu noktada iki büyük avantajım oldu. İlki tüm teorik bilgimi sahada da uygulayabilme şansına sahip olduğum bir ekip ile hali hazırda çalışıyor olmamdı. Bir diğeri ise Erdoğan’ın mesleki tecrübesi eşliğinde bu başlangıcı yapmış olmak bana gerçekten çok fazla şey kattı bu nedenle şanslı ve müteşekkir hissediyorum.
Hepimiz hayatlarımızda farklı dönemlerde farklı roller üstlenerek yaşıyoruz. Bütün bu roller hep dün ne yaptığımızla ilişkili olarak özümüzden evriliyor. Benim de çocukluğumdan gelen hareketlilik serüvenim böyle bir yere evrildi.”
Sporcuyken de antrenörlüğe geçtiğinde de hem kendini geliştirme hem işini daha iyi seviyelerde yapabilmek üzere, güncel ve nitelikli bilgiyi takip etme, uygulama ve öğrenme üzerinden bir döngüyü benimsediğini anlıyorum. World Triathlon Level-2 seviyesine yani en üst seviyeye gelmiş dünyada sayılı antrenörden, daha da sayılı kadın antrenörden birisin şuan. Türkiye triatlon milli takımını ana kadrosunda görev alan yine sayılı kadın antrenörlerdensin. Dünya Triatlon Federasyonunca dünyada seçilen elit seviyede antrenörlük yapan ve başarılı sporcular yetiştirme potansiyeline sahip 5 kadın antrenörden biri olarak uluslararası arenada da destek görüyorsun. Oldukça titiz seçim süreçlerinden geçebilen antrenörlerin katılabildiği eğitimlere, ağlara kabul almış olman yine bu döngünün hakedilmiş bir sonucu belli ki. Açıkcası daha da ne olacak diye merak ediyor insan, dahası veya sonrası için neler düşünüyorsun ?
Ö: Bu kısa listede yer alıyor olmaktan, milli takım ana antrenör kadrosunda yer almaktan elbette çok mutluyum. Temelde ise bahsettiğin döngüyü sürdürmeyi düşünüyorum. Antrenörlüğün yanı sıra fizyoterapi okuyorum şuan mesela. Bu şekilde belli ölçülerde sporcularıma daha verimli destek olabilmekten mutluluk duyuyorum. Triatlon çok darbeli bir branş triatletlerin her atlet gibi aslında fizyoterapik yaklaşıma oldukça ihtiyacı oluyor. Herkesin düzenli bir fizyoterapist ile çalışması da çok mümkün değil elbette. Dolayısı ile sporcularımı minimum riskte hazırlayabilmek adına bu konuya da eğilmeyi önemli buldum.
Ancak hayalim buralara gerek sporcu olarak gerek antrenör olarak daha çok kişinin mümkünse de kadının gelmesi. Triatlonla daha çok sporcunun tanışması. İnsanların sağlıklı spor yapma bilinci ile antreman yapmalarına katkı sağlayabilmek.
Bu sebeple, world triathlon ve milli takım antrenörlüğüne ek olarak, kurmuş olduğum İstanbul merkezli #triallstars hareketi çatısındaki triatlet spor klübünde çalışmalarımı sürdürüyorum.
#triallstars, her seviyeden sporcunun ve antrenörün, sınırlarını zorlamalarına, hedeflerine ulaşmalarına ve spor hayallerini güvenli ve uzun ömürlü şekilde gerçekleştirmelerine odaklanan topluluk ortamını teşvik etmek üzere çalışan çok yönlü bir oluşum.
Takım ise şu an triatlon – yüzme – bisiklet -koşu branşlarından M, Yıldız, Genç, Elit ve Master kategori sporculardan oluşuyor.
Triatlona geçiş/başlama sürecini titizlikle yönetmeyi çok önemsiyorum. Maksimum performansa minimum risk ile yol çizmek üzere saha ve akademi çalışmalarını bir araya getiriyoruz. Branşa daha fazla sporcu ve antrenör kazandırmak gayesini taşırken cinsiyet eşitliği ilkesini gözetiyoruz.
Bu ilham verici sohbet ile kendi başarısının ötesini hayal eden ve bunun için çalışan triatlon antrenörü Özenç Aygün Gündüz’e, ilham verici hikayesini paylaştığı, triatlon branşında yer almak, ilerlemek isteyenlere cömertçe alan açtığı için teşekkür ediyorum.