Kadınların erkeklerle eşit konuma gelmesi eşit haklara sahip olması asırlar boyu sürmüştür. Ve bu mücadele kıran kırana da devam etmektedir. Türkiye’de de dünyada da hala bunun mücadelesi verilmektedir. Bu mücadelenin görünür olduğu alanlardan biri de spor dünyasıdır. Bu alanda da kadınlar hak ettiği yeri kazanmak için her alanda ter döküyorlar. Kadınların spordaki var olma mücadelesini daha iyi anlayabilmemiz için de Olimpiyatlar tarihine göz atmamız gerekiyor. Bu konuyla ilgili akademide dersler veren Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Spor Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı’nda Doç. Dr. Funda Koçak ile görüşme gerçekleştirdik.

Antik Dönemin en ayırt edici özelliklerinden biri tanrılar için yarışmaların, oyunların düzenlenmiş olmasıydı. Bu dönemin erkek ve kadın profilini olimpiyatlara katılımını özetleyebilir misiniz?

Bu döneme baktığımızda erkeğin egemenliği ortaya çıkıyor. Bu dönemde savaşlar çok yoğun. Aslında ondan öncesine baktığımızda birçok kaynakta da geçen anlatılan kadının anaerkil toplum yapılarını görüyoruz. Ancak Antik Dönem ve Orta Çağ’da kadınlar daha çok dengesiz, duygusal, narin olarak görülüyor. Çünkü kadının biyolojik olarak geçirdiği bir ay döngüsü var ve kadının konumu hep bu duruma ve rahimde olan fizyolojiye bağlanıyor. Ya da Âdem ve Havva hikayesinde Havva’nın Âdemi o elmayı yemesi için ikna eden, günahların atası gibi kabul edilen olumsuz konumu var. Toplumda ikinci sınıf konumda olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki daha önceki dönemlerde erkekler gibi cesur ve kuvvetli olduğunu pek çok filozof savunuyor. Bunlardan biri Aristotales mesela. Böyle düşünürler olmasına rağmen daha sonra hep biyolojik farklılıklarıyla insanlar kadınları ele almış. Bu da kadınların toplumda erkeğin gerisinde kalmasına neden olmuş. Aslında Antik Çağ’da rekorları incelediğimizde kadın rekorlarının da çok geliştiğini görüyoruz. Nerdeyse kadınların dereceleri erkeklerin derecelerine günümüzdeki gibi yaklaşmış sporda. Ama erkek egemen misyondan dolayı kadınlar tarih sahnesinin hep geç kalanı. Çünkü nesli devam ettiren kişi hep baba, çocuğun sahibi kadın ise onu doğurmakla yükümlü kişi konumunda. O dönemde doğum yapmak gibi kadının arınması ritüelleri söz konusu. Doğumun kadına bir kirlilik kattığı ve doğumla birlikte arınması gerektiği düşünülüyor. Antik Çağ’da kadınların kendilerine göre bir kimliği yok çünkü erkek çocuklar babalarının adlarını alıyor. Bu kadının ikincil konumda bırakıldığının kanıtıdır. Spor açısından Antik Olimpiyatları ele alırsak, kadının günümüzdeki spordaki konumunu biz hep geç kalan olarak nitelendiriyoruz. Ancak bunu doğru analiz edebilmek içinde bu katedilen yolun ne kadar çetrefilli bir yol olduğunu da ortaya koymamız gerekiyor. Bu açıdan Antik Olimpiyat Dönemine bakmamız gerekiyor. Sporda kadınlar neden geç kalmış. Bunun cevabını o dönemin sosyal yaşamından alabiliriz. Bu oyunların düzenlenmesi Yunan mitolojisine göre Tanrı Zeus’un adına yapılıyor. Tanrı Zeus’tan korkuluyor ve savaş yerine oyunlar gerçekleştiriliyor. Bu bir boyutu. Diğer bir boyutu ise Yunanistan sürekli site devletleri tarafından yakılıp yıkılıyor. Bu savaşlar artık Yunanistan’a büyük zararlar veriyor. Bu zararlardan da korunmak için olimpiyatların sahibi konumundaki kent devleti Elis halkı, oyunları düzenliyor. Olimpiyatları ortaya koymakla birlikte en azından olimpiyatlar süresince tüm savaşlar durdurulmuş oluyor ve Yunan site devletlerinin birbiriyle savaşmasını engelliyor. Diğer değişle bir ateşkes ilan ediliyor. Eğer bunu bozan olursa Tanrı tarafından en büyük günahkâr sayılacağı gibi ifadelerin olduğunu o dönemin yazıtlardan görüyoruz. Olimpiyatlar yapılırken oyunlar sadece özgür Yunan halkına ve erkeklere açık. Kadınlar için biraz daha değişik ve cezayı öngören uygulamalar var. ‘’Yunanistan’ın Tasviri’’ adlı eserinde Pausanias: ‘’Eğer bir kadın olimpiyatlara katılırsa yüksek bir dağdan atılmakla cezalandırılır.’’ diye yasaklardan bahseder. Sadece katılmaları değil kadınların izlemeleri, kişileri desteklemeleri ve stadyumlara girmeleri de yasak. Bu aslında genç kızlara belirli dönem uygulanmamış bununla ilgili de bazı kanıtlar var. Ancak bakire olmaları gerekiyor. Sadece bereket tanrıçası Demeter kendisi için ayrılan özel bir yerden izleyebiliyor. Onun izlemesinin de kaynaklara göre dini ritüel ile ilgili olduğu söyleniyor. Onun haricindeki hiçbir kadın izleyemiyor. Tarihte iki kadının bu yasağı deldiği biliniyor. Bunlardan birinin cezalandırıldığı diğerinin de Kallipateira adında Yunanistan’da ünlü bir sporcu aileden gelen boks şampiyonun eşi aynı zamanda bir boksörün de annesi. Erkek antrenör kılığında stadyuma girdiği antik Olimpiyat oyunlarında oğlu için sevinirken kadın olduğu anlaşılıyor. Ancak onun bu eylemi cezalandırılmıyor çünkü olimpiyat şampiyonu bireyleri onurlandırmak için yaptığına karar veriliyor. Ama bu durumla birlikte yeni bir kural ortaya çıkıyor. Antrenörlerin stadyuma girmeden önce soyunmaları, çıplak olmaları gerektiğine dair bir yasa çıkarılmasına neden oluyor. Burada olimpiyatlara bazen kadınların katıldığı dönemden bahsetmemiz gerekiyor. Eğer binicilik yarışlarında kadınlar atın sahibi ise olimpiyatlara katılıyorlar ancak bu fiziki bir katılım değil atlar onlar adına yarışıyor ve alınan madalya kadınlara taktim edilebiliyordu. Bunlar genellikle soylu kadınlar oluyor. Kyniska bu anlamda erkek olimpiyatlarında ilk olimpiyat şampiyonu kadındır. Atıyla şampiyon olmuştur ve bu aslında onun için o kadar önemlidir ki burada bulunan bir müzede onun kazandığında yazdığı bir yazıt vardır. Orada kendisi için ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. 500 yıllık süreçte Kyniska ile aynı durumda olan beş kadının olduğunu tarihi kaynaklar yazıyor. Kadınlar için erkek olimpiyatları böyle ama kadınlar için Zeus’un karısı Hera adına oyunlar da yapılmış. Bu oyunlarda yine Elisli kadınlar sorumlu olmuş ve oyunlar bekar kadınların katılımı ile gerçekleşiyormuş. Bu oyunlara evli kadınların katılmasına yine izin verilmemiş. Doğumdan dolayı evli kadının kirli olduğu düşüncesi hâkim. Evli kadına spor yakıştırılmıyor. Bu olimpiyatlar bu şekilde 1160 yıl kadar sürmüş. Sonrasında Yunanistan’ın Romalılar tarafından alınmasıyla birlikte din değişmiş sonrasında  Hristiyanlığa geçilmiş. Ve Hristiyanlığın etkisiyle olimpiyatlar kült pagan etkinliği olarak görülmüş. Hristiyanlığa uymadığından dolayı kilisenin de baskısıyla olimpiyatlar süresiz olarak durdurulmuş. Katılımın sürekli azalmasıyla olimpiyatların geleceğine son verilmiş. 

Olimpiyatsız geçen bu dönem çok uzun bir zamanı kapsıyor. Neden? 

Olimpiyatsız geçen dönem Viktorya dönemine kadar sürüyor. Ben bu süreyi Orta Çağ-Rönesans-Viktorya olarak üç dönem olarak ayırıyorum. Orta Çağ V. yy ile XV. yy arası. Ben bu çağa erkek çağı diyorum çünkü kadının dini ya da sosyal hiçbir üstünlüğü tanınmıyor. Ancak bu dönemde sarayda kralların çevresindeki kadınlar sosyalleşmek adına beden eğitimi, binicilik, top oyunları gibi etkinliklere katılıyorlar. Rönesans döneminde ise yine Orta Çağ beden kültürü devam ediyor. Atıcılık, eskrim yaygınlaşıyor. Halk festivallerinde kadınlar koşma, atlama, kürek, binicilik gibi sporları yapıyor. Sonrasında Fransız Devrimi oluyor ve bu devrimle birlikte dünyada bir aktivizm hareketi ortaya çıkıyor. Kadın erkek eşitliğini önemseyen feminist söylemlerle birlikte ilk kadın öncüller çıkmaya başlıyor bu dönemde diyebiliriz. Bu öncü kadınlar diğer sosyal alanlarda kadınların hakları için daha fazla ses çıkarmaya başlıyor. Bazı eğitim kurumlarında kadınlara yönelik beden eğitimi okul müfredatına giriyor. Ancak bu dönemde kadının sporda ve sosyal hayattaki konumunu iyileştirici uygulamaların yeteri kadar ortaya çıkmadığını söyleyebiliriz. Viktorya dönemi ise çok ilginç. Kadınlar evdeki melek. 19.yy’daki kraliçe Viktorya’dan dolayı bu adı alıyor bu dönem. Ortada güçlü bir kadın var aslında. Bu dönemde kadın sadık bir eş olmayı ve doğurgan olmayı da koşulsuz bir şekilde kabul etmek zorunda. Kadınların ön plana çıkmaya başladığı alanlardan birisi yine spor oluyor. Kadın sporlarının gelişim dönemi Viktorya diyebiliriz. Kraliçe Viktorya’nın bazı sporları yapması onun diğer kadınlar tarafından rol alınmasını sağlamıştır. Bu dönemi ele alırken Hümanizmi de konuşmamız gerekir. Çünkü insan odaklı bir düşünce sisteminin oluşması kadınların biraz daha sesinin çıkmasını sağlamış. Ama yine bu dönemde de kadının bedensel güçsüzlüğü, ahlakı, bekareti annelik ve eşlik üzerine yapılan vurgular devam ediyor. Kadınlar sosyal alanda haklar elde etmiş olsa da bu bakış açısı kadınları yine spordan uzak tutmuş. Pek çok sporun kadınları kısırlaştıracağı ya da göğüslerine zarar vereceğini, emzirmesini engelleyeceğini düşünen bir bakış açısı var. Kadının biyolojik zayıflığına vurgu yapıldığını söyleyebiliriz. Hatta sporun kadınları erkeğin bedenine benzettiğini onları erkeksileştirdiğini düşünen söylemlerde oldukça yaygın. Bu dönem 1896 yılında Atina’da olimpiyatların başlamasıyla olimpiyatsız geçen dönem de sona eriyor ve günümüzün modern olimpiyatları da başlamış oluyor.

Modern döneme gelmişken kadınların spordaki hak ettiği yeri almasında feminist mücadelenin rolü hakkında neler söylemek istersiniz. 

Kadının spor tarihi mücadele tarihidir diyorum ben. Çoğunlukla aktivist öncü kadınlar ve feminist söylemlerle bu haklar alındı. Öncü kadınların bunda çok önem taşıdığını söyleyebiliriz. En önemlilerinden biri de 1896’daki ilk olimpiyatlarda öne çıkan Stamatia Revithi. Olimpiyatlara başvuruyor ancak geç kaldığı düşüncesiyle olimpiyatlara kabul edilmiyor. O da ertesi gün aynı maraton mesafesini tek başına koşuyor ve çıkış-varış zamanını gösteren belgeyi de yöneticilere onaylatarak tarihte kendisine yer ediniyor. Ve ilk modern olimpiyatların ilk protestosu da bu şekilde gerçekleşmiş oluyor. 1896’daki bu olimpiyatlara kadınlar davet edilmeyince 1900 Paris olimpiyatlarında bazı ulusal olimpiyat komitelerinin baskısıyla davet ediliyorlar. Ancak beş branş için kadınlara yarışma imkânı veriliyor. O dönemde olimpiyat komitesinin kurucusu Baron Pierre de Coubertin’in, söylemlerinde kadınların spora katılmaması gerektiği, kadınların rolünün erkeklerin galibiyetini takdir etmek olduğunu sürekli vurguluyor. Hayatının sonuna kadar da bu görüşünün dışına çıkmıyor. Aslında Coubertin döneminin erkek profiline uygun bir bakış açısı sergiliyor. Şimdi feminist söylemler ne kadar etkili dersek Fransa’da Allice Millat bu konuda oldukça önemli isimlerden bir tanesi. Erkek spor kulüplerine üyelik başvurusu yapan kadın sporcuların başvuruları reddediliyor. Onların reddedilmesi sonucu da iki kadın kulübü kuruluyor. Ve bu iki kulüpte birleşip Fransa Kadınlar Spor Federasyonu kuruyorlar. Başkanlığına da kadın hakları savunucusu önemli bir feminist ve kürekçi olan Allice Millat geliyor. Millat 1920 olimpiyatlarında mutlaka kadınların da yarışması gerektiğini söylüyor ancak kabul görmüyor. Bunun üzerine Millat Uluslararası Kadınlar Spor Federasyonu’nu kurarak olimpiyat oyunlarını kadınlara özgü olarak düzenlemeye başlıyor. Beş ülkenin katılım sağladığı yirmi bin seyircinin olduğu yarışmalarda atletizm ağırlıklı olmak üzere oyunlar gerçekleşiyor. İlk oyunların bu kadar ses getirdiğini gören uluslararası olimpiyat komitesi, bu oyunların olimpiyatların prestijine zarar vereceğini düşünerek olimpiyat kelimesinin kullanılmaması gerektiğini söylüyor. Ve Allice Millat ile yapılan müzakereler sonucunda atletizmin de kadın etkinlikleri kapsamında olimpiyatlarda yer almasıyla organizasyonun adı değiştiriliyor. 1936’da kadın atletizmi oyunlarda kesinlikle yer alacağının sözü alınsa da 11 disiplin ancak 28 yıl sonra 1964 Tokyo olimpiyatlarında kadınlar tüm branşlarda katılmış oluyor. Millat’ın bu mücadelesi gerçekten tüm kadınlar için sporda önemli bir hak arayışı durumuna gelmiştir ve oldukça öncü bir kadındır diyebiliriz. Coubetin’den sonra da kadın katılımı olimpiyatlara her zaman artmıştır. Onun gördüğü son olimpiyat 1936 Berlin’dir. O dönemde %8 civarında olan kadın katılımı günümüzde %45’lere kadar gelmiş. Neredeyse kadın erkek eşitliği sağlanmaya yakın diyebiliriz. 

Türkiye’de kadın sporcuların varlığı ve olimpiyat mücadeleleri için neler söylemek istersiniz. 

Türkiye’de lisanslı kadın erkek sayılarına bakarak ancak bir şeyler söyleyebiliriz. Erkekler % 65 kadınlar % 35 civarı ve burada bir denge söz konusu değil. Bir de biz şuna dikkat ederiz, lisans çıkartıp mücadeleye devam eden, yarışmada faal bulunan sporcular bizim için önemlidir. Yine görüyoruz ki kadın ve erkek oranı %35-36’larda aradaki uçurum oldukça fazla. Türkiye nüfusuna oranladığımızda aslında sporda erkeklerin de katılımı çok düşüktür. Erkek kadın antrenör oranlarına baktığımızda yine kadınların oranı %30 civarındadır. Ve kademe artıkça örneğin; birinci kademede kadın-erkek oranına baktığımızda erkekler yüksek olsa da beşinci kademeye geldiğimizde kadın antrenör oranı neredeyse yoktur %5-7 civarındadır. Çünkü üçüncü kademeden sonra Türkiye’de kadınlar 4. ve 5. kademe olmaya gerek duymuyorlar. Bunun nedeni ise ben alsam da olamam, bundan ilerisine gidemem algısıdır. Örneğin; voleybol gibi bir branşta Türkiye’de, kadın sporcular başarılıdır ancak lige baktığımızda antrenörler hep erkektir, kadın antrenör sayısı oldukça azdır. Onun için Türkiye’de son dönemlerde kadınların ve kız çocuklarının spora ya da rekreasyonel faaliyetlere katılmasıyla ilgili çalışmalar ciddi oranda artmıştır. Olimpiyatlara katılan kadın sporcu temsil sayılarımıza baktığımızda erkekler ile neredeyse aynı olduğunu görüyoruz. Son Tokyo olimpiyatlarına 50 kadın, 58 erkek sporcu katıldı ve kadın sporcularımızın oldukça başarılı olduklarını gördük. Örneğin; boks erkeklere atfedilen bir branşken kadın sporcularımız bu dalda çok başarılı oldular. Feminist söylemlerin etkisiyle kadın sporunun da gün geçtikçe görünürlüğünün, izlenme zevkinin arttığını söyleyebiliriz. Kadınlar feminist mücadele ile desteklenemedikçe bu görünürlükleri bu başarıları geride kalıyor, toplumun büyük bir bölümü haberdar olmuyor. Ya da sponsor desteği az oluyor. Ama son olimpiyatlarda bunun biraz daha artmış olduğunu gördük. Ve kadın sporcuların liderliğinin önemsenmesinin buna yönelik politikaların oluşturulması da oldukça önemli. Feminist söylemlerin aynı zamanda kız çocuklarına yönelik şiddeti ya da cinsel tacizi önlemede, spor aracılığıyla cevap vermede anlamlı olduğunu düşünüyorum. Yine spor medyası açısından örneğin; erkek sporcu bir başarı elde ettiğinde onun başarısına vurgu yapılırken kadın sporcuların seslerine, cinsiyetine, giydiği kıyafetlere vurgu yapılması sporun doğasına ve fair play aykırı bir durum ortaya çıkmış oluyor. Dolayısıyla spor medyasına da büyük roller düşüyor. Ben medyanın toplumsal cinsiyet temelli eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve son olarak Coubertin’in sporda kadın karşıtı söylemine, düşüncesine karşı, bir liderin sözüyle son vermek isterim çünkü beni çok duygulandırır: ‘’Şuna inanmak isterim ki dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadının eseridir.’’ 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir