Yoga yapanlar, eğitmen olanlar ya da yoga sektörünün içerisinde olanlar bu yazıyla birlikte yogaya farklı bir anlayışla yaklaşabilirler, özellikle de eril bir yoga pratiği içerisinde olanlar. Yoga ile yıllardır iç içe olan ve hayatı feminist olarak algılayan, yaşayan ve okuyan değerli yazar Hande Öğüt ile konuştuk. Kendisi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Uzun yıllar medya sektörünün çeşitli alanlarında muhabir, editör olarak çalıştı. Bilinen birçok dergide (Pazartesi, Radikal Kitap, Varlık, Psikeart, Amargi) yazıları olan çok yönlü ve üretken bir kişilik. Otobiyografik kitabı Bomonti’den Harbiye’ye adlı kitabını 2010’da yayımladı. Aynı yıl yogayla tanışan Öğüt, eğitmen ve öğrenci olarak devam ediyor. Yogayı feminist bir yaklaşımla analiz ettiği deneyimsel bir kitap üzerinde çalışan Öğüt ile yoganın tarihi, Türkiye’deki algılanış biçimi ve en önemlisi yoganın eril bir pratik içerisinde sürdürülmesi üzerine konuştuk.
Yoga Türkiye’de daha çok meditasyon olarak biliniyordu. Kısaca yoga tarihinden bahsedersek nasıl bir zihin ve beden pratiğini barındırıyor?
Evet, söylediğiniz gibi bir zamanlar yoga, birkaç Hindu misyoner ve tarikatın Türkiye’deki şubeleri ve faaliyetleri sayesinde meditasyon ve enerjitik çalışmalar olarak biliniyordu. Bir lidere inanmanızı, kurallara uymanızı, bağış yapmanızı gerektiren, sohbetler ve mantra meditasyonlarından ibaret dini odaklı bir yogadır bu. Hayli büyük toplantıların yapıldığı, Hindu liderlerin geldiği, sosyetenin boy gösterdiği bir yoga… Ki yoganın hâlâ bir din olarak algılanması da, karikatürize edilmesi de bu dönemin/durumun bir sonucu. Oysa çok farklı yoga stilleri içinde bu tür yani dini, misyoner, hizmete, inanca yönelik ekoller var. Ama bedensel hareketlerin ve nefes tekniklerinin uygulandığı ekoller de var ki günümüzde bunlar da çok yaygın ve popüler. (Hatha, Ashtanga, Sivananda, Iyengar, Kundalini, Anusara, Vinyasa, Jivamukti ve Yin yoga gibi).
‘’Ekolü ne olursa olsun yoga bedensel/zihinsel/ruhsal bir gelişim yoludur’’
Geçmişi, genellikle beş bin yıla tarihlenen yoga, Hinduizm’in dönemleriyle, Vedik çağdan Brahmanik çağa, Klasik çağdan Tantrik/Puranik çağa, Emprik çağdan modern çağa dek sürekli gelişmiş, katmanlaşmış, değişmiş, birbiri ile çelişmiş veya da kesişmiştir. Yogadaki farklı kollar, insanın dört temel karakterinden yola çıkarak oluşturulan Raja yoga; zihin kontrol yogası, Bhakti yoga; adanmışlık, inanç yogası, Jnana yoga; bilgelik yogası, Karma yoga; karşılıksız hizmet yogasıdır ve zaman içinde bu temeller üzerine farklı stil ve öğretiler ortaya çıkmıştır. Ekolü ne olursa olsun yoga bedensel/zihinsel/ruhsal bir gelişim yoludur, çünkü bu üç dinamiği bir ve bütün olarak görür. Manevi anlamdaysa bireysel bilincin, evrensel bilinç ile birliğinin idrak edilmesi sürecinin adıdır.
Hint düşünce sistemi ve kadim yoganın beden/zihin algısı ve yaklaşımı, Batılı algılardan farklı olarak insan vücudu ile makrokozmos arasında temel bir benzeşiklik varsayar. Daha bütüncül, daha organik, daha ruhani olan beden, ruh, akıl, nefes ve tin bir bütündür. Ve insan bir değil, fiziksel, spritüel, astral, enerjitik ve ruhsal açıdan beş bedene sahiptir. Elbette tarihsel süreç içinde bedene yaklaşım algıları da farklılık göstermiştir. Vedik ve Upanişadik dönemlerde beden, Ortaçağ Hıristiyan dünyasında olduğu gibi negatif olarak imgelendirilir, beden geçicidir. Tantrik döneme kadar bedensel zevkler bastırılmış, tümüyle ruhani bir yaşam, çilecilik ve münzevilik öngörülmüştür. Tantra’yla birlikteyse bedensel pratikler önem kazanmış ve hemen akabinde ideal beden algısı da oluşmuştur ki bunun Batılı ideal beden algısından çok farkı yoktur. Batılı yaşam tarzına uygun, rekabetçi, hızlı ve hedefe yönelik farklı yoga stilleri Hindistan’da da popülerdir. Yoga eğitimleri, her şeyden önce performansa ve rekabete vurgu yapar ki bu da saldırganlığa bir tür kapı aralamaktadır. Bedenin kendinde bir varlık olarak değil, standartları belirlenmiş bir model olarak öne çıktığı bu alanların hepsinin ortak noktası, ünlü yoga eğitmeni Godfrey Devereux’un da dediği gibi “İdeal olarak sunulmuş bir fiziksel standardın peşinde koşmaktır” ki doğru ve son derece ironik.
Bir yandan yogik metinler ve mantralar, “sen zaten tamsın”, “bu halinle bütünsün”, “tanrının bir parçasısın” derken, zarar vermemek yani ahimsa ilkesi Hindu dininin ve felsefesinin temel taşıyken ne yazık ki pratikte böyle yaşanmıyor. Yogada ciddi bir rekabet, hummalı bir yarış, her gün pratik yapmak, meydan okuma, bedensel olarak gelişme, ilerleme, fit olma anlayışı çok yaygın, hatta kimi ekoller ve eğitmenler tarafından da dayatılıyor. Her şeyden önce yoga bir spor değil ama yaşandığı haliyle günümüzde, gençleşmek, güzelleşmek, zayıflamak için bir spor gibi yapılıyor. Böylece hem ideal beden fikri desteklenmiş oluyor hem de bilgelik öğretileri ve erdemli yaşam pratikleri olması gereken kadim ve mistik uygulamalar kapitalize edilerek tüketim kültürüne uygun birer ürüne dönüşüyor.
Sizin yogayla tanışma süreciniz nasıl oldu?
Üniversite yıllarında Şaman öğretileri, simya, Kızılderili kültürü ve Uzakdoğu dinlerine dair epey okumuş, meditasyon ve kimi spritüel konulara yakınlaşmıştım. Uzun yıllar bir seyahat dergisinde editör olarak çalıştığım için yogaya dair biraz bilgim vardı, yurtiçinden ve dışından kimi merkezleri ziyaret edip görüntülemiştik ki bu kadar yaygın değildi ve henüz bir piyasaya dönüşmemişti yoga. Benim nedense hiç ilgimi çekmemiş, mesafeli durmuştum. Ancak bir gün, kırklarımda, bir ressam arkadaşım, oturuşuma bakıp “Garudasana” dedi, “Kartal duruşu. Bu, yogada bir pozdur ve sen bunu doğal olarak yapıyorsun, mutlaka yogaya başlamalısın.” Bu hoşuma gitmişti, yani bir pozu doğal olarak yapmak, bedeninde imgelerin izlerini taşımak, toplumsal hafızanın bir parçası olduğunu hissetmek.
Önyargılarla dolu olduğum bu alana işte kartal duruşu ile giriş yapmış oldum ve bağımlısı oldum. Yıllar içinde bütün stilleri denedim, onlarca derse, etkinliğe, eğitime katıldım, hiç aklımda yokken yoga eğitmeni oldum, dersler verdim, veriyorum. Kendi pratiğime büyük özen gösteriyorum. Çünkü hem hareket etmeyi çok seviyorum hem de bedene takıntılı bir insanım; beden takıntılı değil, bedene her anlamda, politik, antropolojik, anatomik, psikolojik, toplumsal anlamda bedenle ilgiliyim. Burası oturduğum, dinlendiğim, hareketlendiğim ev. Onun yapabilirliklerini, işlevselliklerini kullanmak, neler istediğini, ne söylediğini, ne hissettiğini duymaksa kolay ve kısa sürede olmadı. Duymaya, öğrenmeye, dinlemeye hâlâ devam ediyorum.
Yoga pratiğiyle birlikte kadın bedeninizde ne gibi bir farklılık yaşadınız?
Bir feminist olarak yıllarca bedenim benimdir dedim, bu sözü anlamaya ve sahiplenmeye çalıştım. Ancak yoga ile tanıştıktan sonra bedenime dair çok da bir şey bilmediğimi gördüm. Bu alanda tüm bilmediklerimi, yoga ile tanıştıktan sonra bilmeye, meraklanmaya, sorgulamaya başladım. Nefesimi, enerjimi, bedenimi, hatta bedenlerimi tanıdım.
‘’Bedenimle uzun yıllar sonra ilk kez bu denli bilinçli bir şekilde ilgileniyorum.’’
Kollarım güçsüzdü, kemiklerim ince, eklemlerim çok esnek, bacaklarım zayıf, bedenim asimetrikti, sol bacağım kısa, kalçam yamuk, skolyozum ve fıtıklarım vardı. Ve yıllarca mesaisiz, gece gündüz koşturarak hem de masa başında kamburlaşarak çalışmıştım. Yogada önce doğru nefes almayı, daha sonra farklı nefes tekniklerini öğrendim, bedensel olarak esnedim, güçlendim, pek çok zor pozu başararak sınırlarımı aştım, egomu parlattım! Ayurveda eğitimi sayesinde öğrendiğim öznel beslenme, hareket, bakım, türlü arınma ve temizlik pratiklerini uygulamaya başladım. Tüm bunlar beni sakinleştirmişti, regl patlamalarımı ve sancılarımı dindirmiş, bana bir süreliğine bile olsa her şeyi bırakıp nefese ve ana odaklanabilmeyi öğretmişti. Menopoz sürecini olabildiği kadar sakin ve olgun atlattım. Keyifliydi, keşifsel, deneyseldi ve sadece kendim içindi. Bedenimle uzun yıllar sonra ilk kez bu denli bilinçli bir şekilde ilgileniyor, kendime bakmaya çalışıyorum. Bu süreçte, zihnin kabullerinin de nasıl kodlandığını ve beden üzerinden işlediğini de deneyimleyerek algılamaya başladım. Bedenim giderek kendi alışkanlıklarının anlamının bilincine varıyor böylece bir beden olmanın yanı sıra farklı bir bilinç de edinmiş oluyorum.
Sosyal medyada kullanıcı adınız feministyogini ve bir paylaşımınızda yogada bazı pozların eril olduğunu söylüyorsunuz hatta bu konuya dair bir kitap çalışmanız da var, yoga esasında eril bir dile ve pratiğe mi sahip?
Aslında bu bir ironi ve yazmakta olduğum kitaba da isim olarak seçtiğim bir gösterge. Kadın bedeninin nesneleştirilmesinde yoganın rolünü sorgulayan Vicki Scarlett’e göre ‘Feminist Yoga’ paradoksik bir önerme. Tıpkı sosyal medyada kendime ve yazdığım kitaba isim olarak seçtiğim ‘Feminist Yogini’ gibi. Basit ve genel tarifiyle yoga yapan kadına yogini deniliyor ama “yogini” olmak öyle kolay değil. Yoginilik çünkü çok dini, mistik ve kutsal gibi algılanan bir kavram. “Yogini olmak bütün kadınların en yüce spiritüel amacıdır” deniliyor ki bu son derece özcü, altruist ve kadın özgürlüğü ile ilgili hiçbir şey söylemeyen bir bakış açısı.
‘’Ashtanga Yoga, yıllarca sadece erkekler içindi, kadınlar alınmazdı.’’
Batı’da olsun Doğu’da olsun toplumlar ve ideoloji yüzyıllardır ataerkildir ve bu sistemlerden çıkan, hele ki dini bir arkaplana dayanan tüm öğretiler de ataerkil olacaktır. Yoganın çıktığı ve beslendiği Hindistan son derece dindar ve patriyarkal bir ülke, yoganın yayınlaştığı ve şekil değiştirdiği Batılı ülkeler de patriyarkal ve kapitalist ülkeler. Batı kültüründe olduğu gibi Hint kültüründe de gördüğümüz karşıtlıklar mantığı (aktif eril/pasif dişil), kadınların aleyhine işleyen hiyerarşik bir mekanizma. Bu lingam (fallus) sevicilikten öyle eril bir kültür ve inanç yelpazesi oluşmuş ki; baş tanrılar, savaşçılar, kahramanlar, gurular, kurucular hep erkektir, kitapları, destanları, kuralları erkekler yazmıştır. Hatha Yoga’nın temel kitabı Yoga Pradipika, yoganın başarılı olması için kadınların önlenmesi gerektiğini vurgular. Öyleyse yoga erkek içindir ve kadın zararlıdır. Kraliyet sarayında bir ulusa savaşçı yetiştirmek amacıyla yapılan Ashtanga Yoga, yıllarca sadece erkekler içindi, kadınlar alınmazdı.
Kadınlar ancak modern çağda yogaya katılabilmişseler de genel olarak hem felsefe ve öğretide hem de uygulama ve pratikte eril bir zihniyet ve tasarruf söz konusu. Çünkü Batı’da olsun, Hindistan’da olsun modern yogada, yoga topluluklarında, kimi öğretilerde, özgürleştirici dinamikler olarak sunulan vaatler, aslında uzlaşma ve kabul dinamikleri ve çilecilik, adanmışlık, gönüllülük, karma ilkeleri üzerine kurulu. Kutsal gurular ve babaların ezici varlığı ile dokunan bu örüntüde, derinden sıkıntılı bir suiistimal ve kadına şiddet paterni var. Pozların ya da tavırların eril olması bir yana bu alanda kadına yönelik ciddi bir suiistimal, istismar, taciz ve tecavüzler söz konusu.
Yıllardır guruların “aşram”larında cinsel, bedensel ve ruhsal şiddete, istismara uğrayan kadınlar, bilinçaltı kodlama yöntemleriyle, tehditlerle, topluluktan dışlanma korkusuyla sindirildi, yaşadıkları tüm bu şeylerin, karma olduğuna, asıl sorunun kendinde olduğuna inandırıldı. Nihayetinde yıllar sonra kadınlar #metoo kampanyası ile açılabildi ve haklarını aramaya başladı. Ama bedensel sakatlanmalar, beden dokunulmazlığının ihlal edilmesi, taciz, istismar, emek sömürüsü sessizce yaşanmaya devam ediyor. Yoga alanında kadınların tacizi tanıma ve adlandırma konusunda yaşadıkları karmaşanın en önemli nedeni bu disiplinin yapısı. Yogadaki guru-mürit ilişkisi, müritlerin gurunun istek ve arzularına, kurallara kendisini teslim etmesi yönünde sözlü bir anlaşmayı da içeriyor. Bunun bir yogik yöntem ve eğitimin bir parçası mı yoksa taciz, suistimal ya da istismar mı olduğunu anlamak zaman alabiliyor. Anlasanız da tüm bunlar kabul edilmek istenmiyor veya gurunun, topluluğun güç ve statüsünün devamı adına gizleniyor. Tacizci, tecavüzcü öğretmenler hala festivallere katılıyor, eğitimler veriyor, onlarca müridiyle mutlu ve zengin yaşıyor. Şikâyet etmek ya da hak aramak için başvurulacak bir merciin olmaması da bütün bu kuralsızlığı mümkün kılıyor.
Yogaya farklı bir bakış açısı getirdiğinizi söyleyebilirim. Eminim ki Türkiye’de de birçok insan özellikle de kadınlar yoga yaparken sizin de belirttiğiniz gibi erkeksi bir enerjiye, eril bir zorlamaya maruz kaldıklarının farkında değil. Bu erkeksi yoga tahakkümü nasıl aşılabilir?
Çok teşekkür ederim bu algınız için. Hayatı feminist olarak algıladığım, yaşadığım ve okuduğum için elbette yogaya da bu bağlamda yaklaşıyorum. Yogadaki nefes ve bedensel çalışmaların, arınma pratiklerinin, kadınlar için pek çok imkân vepotansiyel barındırdığını deneyimlemekle birlikte, ikircikli düşünmeye devam ediyorum.
Evet, farklı yoga türleri içinde bedensel zorlanmaya ve eril enerjiyi beslemeye yönelik tarzlar ve pozlar mevcut. Pek çok kadın bu zorlamalardan geçtikten sonra veya önce bu stillerden vazgeçip daha dişil, daha kadına yönelik bir yoga tasavvuru geliştirmeye başladı. Fiziksel performansa dayalı bir yoga anlayışı geliştiren babası Iyerngar’ın aksine kızı Geeta, kadın olarak bedenimizi tanıma, saygı gösterme ve onu dinleme konularında çalıştı. Yine yoğun erkeksi stillerden geçip kendi tarzlarını oluşturan Vanda Scaravelli, Tao Porchon-Lynch, Angela Farmer, Donna Farhi, Nischala Joy Devi gibi benim de sevdiğim eğitmenler, yoga sekans ve pozlarını kadın bedenine uyarladılar, çabasız ve hafif, şefkatli, neşeli, yaratıcı ve imgelemeye yönelik stiller geliştirdiler.
Yogadaki erkek egemenliğini sorgulayan kimi kadın da Lunar Yoga, dişil yoga gibi tanrıça kutsallığını ön plana çıkaran dinsel formları yeniden canlandırıyor, kadın ayinleri, kadın gizemleri, dişil güç, tantrik dans gibi çalışmalar yürütüyorlar. Ancak Hindistan, Türkiye ve Batı ülkelerinde son derece popüler olan ve binlerce kadın tarafından sahiplenilen bu akımları ve çalışmaları son derece riskli ve hatta zararlı buluyorum. Tanrıça akımlarının özgürlükçü perspektifi son derece tartışmalıdır. Zira bu akımlar, bir dini yapı ve kültürün motiflerini devralarak yeniden üretirler, ataerkil dini sistematiği ve hiyerarşiyi, ikilikçi cinsiyet normunu desteklerler ve farklılıkları yok sayan, sabit/homojen bir dişilik özü varsayarlar. Yanı sıra bilincinize, bilinçaltınıza kimi mitsel kodlar, dini motifler, başkalarının vizyonlarına dair fikirler yüklenir, istemediğiniz enerjilere de maruz kalıp hastalanabilirsiniz.
‘’Ben bir kadın yogası ya da kadınsı yoga değil, feminist yoga anlayışı inşa etmeye çalışıyorum.’’
Dualarla şifalanan, içlerindeki tanrıçayı, gizemli dişiyi uyandırmaya çalışan kadınlar, kadın meselesiyle değil, normatif kadınsı simge ve rollerle ilgilidir. Dolayısıyla ben bir kadın yogası ya da kadınsı yoga değil, feminist yoga anlayışı inşa etmeye çalışıyorum. Çünkü ancak bir feminist kalıtsal sistemleri sorgular. Bu yapıların başında da din gelmektedir. Yogaya feminist bir perspektiften bakmaya ve bir imkân oluşturmaya çalışan tüm niyetlerin, kadın yaşamını sınırlandıran, bedeni ve cinselliğini baskı altına alan, eşitsiz cinsiyet kalıpları ve ilişkileri dayatan din olgusunu analiz etmesi ve hesaplaşması önemlidir.
Yanı sıra feminist bir yoga inşa etmek istiyorsak toplumsal cinsiyet farklılıklarının belirlendiği yer olan beden ve cinsiyeti kapsamlı bir sorunsallaştırma süreci içinde anlamaya çalışmalıyız. Bedene yönelik fallik mitleri yok eden bir yoga pratiği, yani bedende başlayan bu bilinç ve dönüşüm, yoga mitolojisi ve felsefesinin eril ve cinsiyetçi yönlerini de dönüştürebilir. Toplumsal cinsiyet, ırk, sınıf gibi paradigmaları hesaba katan ve de kadınlar arası rekabeti ve farklılıkları yeniden üretmeyecek bir yoga anlayışı, eril kural ve söylemlerin tahakkümünü aşarak, kadınların kendi deneyimlerine dayanan bilgi üretme eğilimini de oluşturacaktır diye umut ediyorum.