Uzun bir yolculuğa eşlik edeceğiniz bu röportaj, kendi yolunu arayan tüm sporcuların bir rota oluşturma sürecine ışık tutma heyecanı taşıyor. Bir ceviz ağacının üzerinde kurmaya başladığı hayallerinde Da Vinci’nin çok yönlülüğünü arayan Esra Yıldırım kendini çocukluğundan beri her zaman yüksekleri, macerayı, yaratıcı olmayı seven biri olarak tanımlıyor.
Çocukluğunda ilgi duyduğu şeyleri meslek edinmeyi hayal ederek büyürken spor yolculuğunun nasıl şekillendiğini şöyle anlatıyor: “Benim için her şey bir ceviz ağacıyla başladı. Yükseklere tırmanarak doğayı izlemeyi çok seviyordum. Ortaokulda ilk hayalim dağcı olmaktı. Liseye geldiğimde yamaç paraşütçü olmaktı.” Esra’nın spora olan ilgisi, Türkçe öğretmenliğini kazanarak başladığı Ege Üniversite’sinde de devam ediyor. Üniversitenin dağcılık ve yamaç paraşütü kulüplerine üye oluyor. Ancak Esra’nın spordaki arayış yolculuğu bu iki branşla noktalanmıyor. Çocukluğundan beri farklı alanları deneyimleme merakını sürdürüyor.
Kaya tırmanışıyla başladığı dağcılık serüvenine önyargıların üstesinden gelmeye çalışarak devam eden Esra Yıldırım, farklı spor branşlarını deneyimlerken yaşadıklarını şu cümlelerle aktarıyor:
“İç Anadolu’da doğdum ve doğduğum yerde yapmak istediğim şeyler cinsiyetimden bağımsız değerlendirilmiyordu. Ben babamı örnek alarak büyüyor, onun gibi futbola merak duyuyordum. Defans oyuncusu olarak futbol oynamaya başladıktan sonra yeteneğimi fark eden hocalarım beni erkek takımına dahil etti. Sınıflar arası mücadelede birinci çıktık, ancak cinsiyetimden dolayı madalyam bir erkek oyuncuya verilmek istendi. Futbol oynarken bizi izleyen seyirciler, “Hocam sahada kız var, çıkarın”, diye seslenirdi. Hocamız benim takımda yer alan bir oyuncu olduğumu açıklardı.”
Peki sonra ne oldu, futboldan sonra farklı alanları deneyimleme sürecin nasıl devam etti?
“Bruce Lee hayranı olduğum dönemde, onun masa tenisi oynarken videolarını gördüm ve masa tenisine başlamaya karar verdim. Sonra liseye başladım. Beden eğitimi derslerinde kızların oturduğunu, erkeklerin hareket halinde olduğunu fark ettim. Erkekler basketbol oynuyor, kızlar arada bir voleybol oynuyordu. Ben basketbola içten içe ilgi duyuyordum. Ben de basketbol oynamaya başladım. Eskişehir’de bir takım buldum, orada oynamaya başladım. Ortaokulda yaşadığım ayrımcılığı lisede de yaşamaya başladım. Okuldaki basketbol oyununda tüm kuralları bilmeme rağmen saha dışına itildim. Oysa, kuralları bilmediği halde sadece fiziksel özellikleri uygun olduğu için basketbol oynayan erkekler vardı. Bu olay benim için bir kırılma noktası oldu ve beden eğitimi hocamın yanına gittim. Neden bir kadın basketbol takımı kurmuyoruz, diye sordum. Hocam, sınıf sınıf gezerek takım oluşturmam şartıyla bize antrenman yaptıracağını, söyledi. Ben sınıfları gezerek takım oluşturmaya başladım ve sonuçta katılım isteği çok oldu, iki takım oluşturmayı başardık. Okulumuzda her takımda bir kadın oyuncu olma zorunluluğu getirildi. Basketbol takımında bir kadın oyuncu bulundurmayanlar maçlara çıkamıyordu.”
Cinsiyete dayalı kayırmacılığı deneyimleyen genç sporcu Esra, cinsiyetin yapmak istediklerimizin önünde bir engel olmayacağını göstermek için adım atmaktan çekinmiyor. Kendini farklı alanlarda başarıyla temsil ederken sadece yapmak istediklerine ve heyecanına kulak veriyor. Ragbi’ye başlama sürecini şöyle anlatıyor:
“Basketbol oynamaya başladığımda, erkeklerle aynı takımda oynadığım için kendimi sert olmaya zorlamıştım. Yine o dönem Youtube üzerinden Ragbi maçlarını izlemeye başladım. Ragbi Amerikan futbolundan biraz farklı. Daha korumasız ve sert oynanıyor. Eskişehir’de bir takım buldum ve milli sporcu seçmelerine hazırlandım. Farklı şehirlerde turnuvalara gitmeye başladım. Artık ailemin gözünde bir şeyleri kırdığımın, değiştirdiğimin farkına vardım. Bir yandan da ne istediğimi düşünmeye başladım. Rabgiye, tangoya, tiyatroya gidiyor; akşamları ders çalışıyor, üniversiteye hazırlanıyordum.”
Peki bu süreçte neler öğrendin, ne istediğini kendine söyleyebildin mi?
“Ragbi bana kadın erkek ayrımının olmadığını, kadınların da çok ağır sporlarda çok başarılı olabileceğini gösterdi. Ancak bu süreçte farklı bir sporla yolum kesişti. Yamaç paraşütü yapmak istediğime, kendimi Türkçe öğretmenliği alanında geliştirmek istediğime karar verdim. İzmir’de istediğim üniversite hedefini tutturarak, öğrenci topluluklarını araştırmaya başladım. Yamaç paraşütüne ve Capoeira’ya yazıldım. Böylece üniversitemin ilk yılı kendimi keşfederek geçti.”
Yamaç paraşütünden sonra sıradaki rotan ne oldu?
“Ben ilk kaya tırmanışıma ailemden gizli, 17 yaşındayken gitmiştim. Ancak yamaç paraşütüne başladığımda ailem artık beni çok iyi tanımış ve anlamıştı. Yamaç paraşütünde kullandığım ayakkabılardan girdiğim sınavlara bana destek oldular. Korkuları bir yana havadayken çektiğim videoları gururla paylaşıp, benimle gurur duyduklarını hatırlıyorum. Ailemin önyargıları yıkılmıştı ve ben üniversitenin ikinci yılında mağaracılığa başladım. Mağaracılığa, gökyüzünü keşfettim, neden yeraltını keşfetmeyeyim, diyerek başladım. Yerin, 80-100 metre arasında değişen derinliklerine indim. Deneyimlerimi ekip içinde bulunan tek kadın olarak yaşadım. Ekstrem sporlar bana çok şey kattı. Bir kadının istediği her şeyi başarabileceğini mağarada kendi başıma kaldığımda fark ettim. Karanlığın içindeki derin sessizlikte tek başıma olduğumu ve tıpkı hayattaki gibi mücadele etmem gerektiğini düşündüm. Erkeklerin karşısına çıkan zorluklardan daha fazlasıyla orada olduğumu biliyordum. Regl olduğum ve ağrılarımla mağarada bulunduğum anlar da olmuştu, hatta regl ağrım olmasına rağmen mağaraya gelmem bir erkek tarafından eleştirilmişti. Mağaradan her çıktığımda karşılaştığım zorluklar yeni bir ben yarattı ve bana yine yetmedi. Yeraltını, gökyüzünü tattım ve şimdi sıra sualtında, dedim kendime.”
Doğanın mücadeleci yanıyla bütünleşerek kendi yolunu çizen, kendini dinleyerek heyecanına, ilgisine göre rotasını oluşturan Esra Yıldırım, cinsiyet üzerinden yapılan ayrımcı söylemleri yolundaki taşlar olarak nitelendirmiyor; çünkü hiçbir önyargı onun cesaretini kıramıyor. Kendisinin sualtı sporlarıyla tanışma süreci de AKUT gönüllüsüyken başlıyor:
“AKUT’ta arama kurtarmada görev aldığım dönemde, pandemi sürecinde dalgıçlık eğitimi aldım. Eğitimimi Seferihisar’da tamamladım. Hırvatistan, Mersin ve İzmir’in farklı noktalarında dalgıçlık deneyimimi arttırdım. Şimdi iki yıldızlı bir dalgıç olmak için uğraşıyorum. Bu spora kadınların yoğun ilgi gösterdiğini gördüğüm için de mutluyum. ”
Erasmus’a giderek 14 ülkeyi ziyaret eden ve Alp dağlarını görerek en büyük hayalini gerçekleştiren Esra, profesyonel dağcılıkta ilerlemek istiyor ve dağcılık lisansını almaya ve Aladağlar’ı görmeye hazırlanıyor. “Ben dağları görmek için yaşayan ve profesyonel dağcı olmak isteyen bir kadın olduğumu çok iyi anladım” diyor.
Ülkemizdeki dağlardan hangilerini gördün?
“Ülkemizde, Toros Dağları’nı, Kaçkar Dağları’nı ve Bolkar Dağları’nı gördüm.”
Doğa ve orman pedagojisi eğitmen eğitimi alan Esra Yıldırım, kendi deneyimlerinden yola çıkarak eğitim ve sporu doğayla birleştirmek istiyor. Sporun kapalı alanlarda yapılmasından ziyade doğayla iç içe yapılmasının önemini vurgulayacağı bir okulun hayalini kuruyor.
Bir eğitimci olarak doğa ve sporun iç içe geçtiği bir okul hayalin var, biraz bahsedebilir misin?
“Sertifikamı aldıktan sonra doğa okullarında çalışıp, kendi atölyelerimi açabileceğim. Bir çocuğa doğayı anlatmak, bir öğretmen olarak kendim doğada olabilmek en büyük isteğim. Türkçe öğretmenliği okudum ama öğretmenliği doğada yapıp Türkçe’nin güzelliğini sahada anlatmak istiyorum.”
Sporu ve doğayı bir arada düşünerek tasarladığın okul projende çocukların kendini sporda keşfetmesini amaçlıyorsun, peki nasıl olacak?
“Aklımda birkaç parkur fikri var, çocukların günlük egzersizlerini yapmasını amaçlıyorum. Çocukların farklı spor branşlarına bilgi sahibi olması için alanında uzman sporcularla çocukları bir araya getirmeyi amaçlıyorum. Çocukların dağcılığı, dalışı, mağaracılığı, yamaç paraşütünü yine bu sporu yapan kişilerden dinlemesini, ilgili branşın ekipmanlarıyla tanışmasını istiyorum. Ayrıca sanat, felsefe ve müzik atölyelerine de yer vermek istiyorum. Okullarda onlarca ders görüyoruz ve hepsi aynı ortamda aynı sıralarda gerçekleşiyor. Ben bu derslerin ormanda, çocukların kendi hazırladıkları materyallerle gerçekleştirilebileceğini savunuyorum.”
Röportajımız boyunca birçok alanı deneyimleme heyecanı hissettiğini ve isteklerinin peşinden gittiğini anladım. Peki, neden tek bir alana yoğunlaşmadın, spordaki çeşitliliği hayatına çeken şey neydi?
“Aslında her şey ilkokulda başladı. İlkokulda elime bilim insanlarını anlatan büyük puntolu bir kitap geçti. Ben bu kitabı ortaokula kadar tekrar tekrar okudum. O kitapta benim en sevdiğim bilim insanı Leonardo Da Vinci’ydi. Da Vinci sadece ressam, mimar, bilim insanı değildi. Tıptan sanata kendini birçok alanda geliştirmişti. Demek ki, tek bir şey olmak zorunda değildim. Kendime, dünyaya bir kere geldiğimi ve sadece bir konuda uzmanlaşmaktansa pek çok şeyi deneyimleyebileceğimi hatırlattım. Ancak uzmanlaşmak istediğim alanları buldum. Doğa ve orman pedagojisi alanında, dağcılıkta ve taktik atıcılıkta uzmanlaşacağım.”
Doğrusu, taktik atıcılık ilk kez duyduğum bir şey. Biraz bahseder misin, nedir taktik atıcılık?
“Bu bir spor ancak kesinlikle avcılıkla ilişkili değil. Ben Erasmus’tan sonra Almanya’dan dönünce atıcılık yapmak istediğimi fark ettim. Bir silah firmasıyla iletişime geçtim. Sayfalarını incelediğimi ve çok az kadın gördüğümü, bunun özel bir nedeni olup olmadığını sordum. Atıcılık yapmak istediğimi, bir kadının nasıl atış yaptığına tanık olmaları için benimle işbirliği yapabileceklerini söyledim. Görüşmelerimiz olumlu sonuçlandı, şimdi marka yüzü olarak bilgilendirici videolar çekiyorum. Bu sektörde kadınların çok az temsil edildiğini düşünüyorum. Kadınların bu sektörde bedenleri üzerinden ön plana çıkarıldığını görüyorum. Ben beden algısını kırarak bilgi ve beceri üzerinden taktik atıcılığı anlatmaya çalışıyorum. Buradaki amacım, kadınlar olarak erkeklerle özdeşleştirilen bu sektörde de yer alabileceğimizi göstermek. İlerideki hedefim, avcılara yönelik videolar çekmek. Hiçbir canlıya zarar vermeden de atıcılık yapılabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Avcılıkla farklı sivil toplum kuruluşları içinde yer alarak da mücadele ettim ancak şimdi avcılıkla daha farklı bir şekilde, taktik atıcılığı anlatarak mücadele etmek istiyorum.”
“Bugüne kadar yaptığım tüm sporlar bende doğa ve orman pedagojisi alanında birleşti”, diyen Esra, yaptığı takım sporları sayesinde kriz anlarını yönetebildiğini, yaptığı ekstrem sporlar sayesinde doğanın kendisine verebileceği her şeyin farkına vardığını söylüyor. “İlgi duyduğum hiçbir şey boşuna değildi, hepsi bende toplanarak güçlü bir karakter yarattı”, diye ekliyor.
Senin içsel bir motivasyonun olduğunu hissediyorum. Sende hep bir adım ileri atma istediğini canlı tutan şey ne, bunu kendi içinde nasıl sürdürüyorsun?
“Memento mori, diye bir deyiş var. Fani olduğunu hatırla, öleceğini hatırla anlamına geliyor. Ben her zaman bu sözle motive oluyorum. Da Vinci yaşadı ve öldü ama hala yaşıyor, aslında. Çünkü arkasında bir şeyler bıraktı. Ben de öyle olmak istiyorum. Her zaman ölebilecekmiş gibi yaşamayı çok seviyorum. Ancak, bu dünyaya bir şeyler bırakma gayretiyle bunu düşünüyorum. Varlığın Türk varlığına armağan olsun, sözüyle motive olan biriyim. Bu gezegene bir şeyler bırakabilmek istiyorum. Ben ateş olmak, kendimden ateş verip eksilmemek ama başkasının içindeki kıvılcımı da ortaya çıkarmak istiyorum. Çünkü herkes o kıvılcımı kendi başına alevlendiremez. Ben de bir öğretmen olarak, gençlerin içindeki kıvılcımı ortaya çıkarmak istiyorum. Dünyada bir iz bırakma isteği, beni motive ediyor.”
1 Yorum
Harikasın Esra seninle tüm bu yaptığın şeylere tanık olmak ve desteklemek harikaydı sen çok değerli bir arkadaşımsin