Tuğba Güneş Tabuk, ödüllü bir maraton koşucusu. Üç Balkan Şampiyonluğu, iki Türkiye rekortmenliği olan vegan bir milli atlet. Aynı zamanda bir kadın hakem. Hem de 1996’da Kahramanmaraş’ta futbol sahalarında olma cesaretini gösteren bir kadın. “Evine git, yemek yap, çocuk büyüt” laflarına aldırış etmeden kendi yolunu çizmeyi başarmış biri. Cinsiyetçi tepkilere karşı nasıl dik durduysa, vegan olduğu için uğradığı türcü söylemlere de aynı direnci göstermiş Tabuk. Aslında kazandığı madalyalar bütün o, “Güçlü olmak için et yemen lazım, vegan sporcu olmaz” söylemlerine de en iyi yanıt. Biz de Tuğba Güneş Tabuk ile hakem, vegan, sporcu olma yolculuğunu ve karşılaştığı önyargıları konuştuk.
– Kafkas Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği mezunusunuz. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tarih Ana Bilim Dalı Siyaset Tarihi ve Spor Tarihi üzerine yüksek lisans yaptınız. Ayrıca İstanbul Üniversitesi’nde Sosyoloji okudunuz. Sporla ilişkiniz ne zaman başladı? Sporcu olmaya nasıl karar verdiniz?
Sosyal aktivitesi fazla olan bir çocuktum. İlk ve ortaokul yıllarında müsabık halk oyunları oynadım, koro ve soloda şarkı söyledim, lisede beden eğitimi öğretmenim sayesinde basketbol ve atletizmle tanıştım. Gerek lisede gerekse de kulüpte basketbol oynadım ve atlet olarak orta mesafede yarıştım. O yıllarda il içi ve il dışı dereceler alarak Türkiye şampiyonalarında yarışarak gelecek için yolumu da çizmeye başlamış oldum.
– 20 yıl profesyonel olarak futbol hakemliği yapmakla kalmadınız, Türkiye’nin ilk kadın hakemlerinden de birisiniz. Nasıl oldu bu süreç? Hakem olmaya nasıl karar verdiniz?
Futbol hakemliğine 1996’da başladım. O yıllarda Kahramanmaraş’ta bir kadın futbol takımı oluşturma çabaları olmuştu fakat benimle birlikte dokuz kızdık ve ilk 11’i tamamlayamadığımız için takım kurulamadı. Dönemin futbol il hakem kurulu başkanı, beni atletizm yarışlarından tanıyor ve futbola olan ilgimi de biliyordu. O, iyi koşuyorsun diyerek futbol hakemi kursuna başlamamı önerdi ve kendimi futbol hakemliği namzet kursunda buldum. Atletik performans ve futbol oyun kurallarını yorumlama kabiliyetim ile hızlıca C klasman, B klasman ve A klasman hakemliğine terfi ettim. 2009 Avrupa şampiyonası grup eleme müsabakaları, U17-18-19-20-21 kadın-erkek milli takım müsabakaları, A milli takım erkek müsabakaları ile Türkiye Bal-ligi, 1. Lig, 2. Lig ve 3. Lig ile birçok özel turnuvada görev yaptım. Türkiye futbol federasyonu ve ülkemizi uluslararası futbol organizasyonlarında başarıyla temsil ettim hakemliği.
“BENİM MOTTOM NET: AKLIN CİNSİYETİ YOKTUR“
– Kadın hakem olarak ne gibi zorluklar yaşadınız, cinsiyetçi yaklaşımlarla karşılaştınız mı? Bizimle birkaç anınızı paylaşabilir misiniz?
Hakemliğe ilk başladığım yıllar zordu. 1996 Kahramanmaraş’ta Anadolu’da futbol sahalarında bir kadın hakemi görmek şaşırtıcı ve ezber bozucuydu. Toplum, taraftar ve kulüpler bana karşı önyargılıydı. İlk yıllarda taraftar, “Git evine pilav pişir, yemek yap, çocuk büyüt” gibi cinsiyetçi söylemlerde bulunurdu. 1996-2016 arasında hakemlik yaptığım dönemlerde hiç pes etmeden, yüksek atletik performansım, oyun kurallarını uygulama becerim ve duruşumla hızla Kahramanmaraş’taki ve Türkiye’deki kulüpler tarafından kabul gördüm. “Aklın cinsiyeti yoktur” ifadesi benim mottom oldu.
Geçmiş yıllarda Muş iline maç tebligatı aldım. Muş’a 90’larda Lale Orta, maç yönetmeye gitmiş. Sonra uzun yıllar bir kadın hakem, orada hiç maç yönetmemiş. Ben gittiğimde Muşlular tarafından yoğun pozitif ilgi görmüştüm. Müsabakanın zorluk derecesi yüksekti. Doğu derbisiydi, müsabakanın 89. dakikasında ev sahibi takımdan ikinci sarı kartla oyuncuyu ihraç ettim. Kırmızı kartı gösterdiğim oyuncu, el bileğimi tuttu. İki dakika kadar bırakmadı ve oldukça öfkeliydi. Güvenlik güçleri tarafından sahadan uzaklaştırılan oyuncu, daha sonra kulüpten de uzaklaştırılmıştı. Muşspor yöneticileri, bu oyuncunun hareketinden ötürü utanç duyduğunu, yazılı ve sözlü olarak bana ifade etmişlerdi. Yine bir müsabakada, oyuncuya tehlikeli hareketten kırmızı kart gösterip ihraç etmiştim. Oyuncudan olumsuz tepki beklerken, “Kadın hakemden ilk kez kırmızı kart gördüm” diye sevinmişti. Avrupa şampiyonasında yardımcı hakem olduğum Fransa-Gürcistan müsabakasında, ikinci yarıda Ermeni hakem düdüğünü çaldı ve elini cebine attı, disiplin kartları cebinde yoktu. Hızlıca yanıma gelerek sarı ve kırmızı kartı almış, Fransız oyuncuya kartı göstermişti. Ermeni hakem, disiplin kartlarını devre arasında soyunma odasında unutmuştu.
– Aynı zamanda vegan bir sporcusunuz. Vegan olmaya ne zaman, nasıl, neden karar verdiniz?
Benim vegan yaşam biçimine sahip olmam biraz tuhaftı. Şöyle ki, çocukluktan itibaren farkında olmadan sömürüsüz bir yaşamım vardı. Veganlık kavramı 90’lı ve 2000’li yıllarda henüz yoktu. Çocuk yaşta et, tavuk, balık hiç yemedim. Çocuk olduğum için nedenini bilemiyordum. Ailem bunu fark ettiğinde önce bir çatışma yaşadık fakat 10 yaş altındayken ben et ve türevlerini reddetmiş ve aile içinde çocuk aklımla mücadele etmiştim. Sadece peynir ve yoğurt yiyordum. 90’larda kendime vejetaryenım diyordum. O yıllarda vejetaryenlik biliniyordu. Ailem de durumu kabul etmişti. Annem etli yemek yaparken bana da küçük bir tencerede etleri ayrıştırıp ayrı yemek yapardı. İlkokul, ortaokul ve lisede ailemle yaşadığım için çok zorluk çekmedim. Ancak üniversite hayatımın başlaması ve hakemlik sürecinde beslenme biçimim nedeniyle il dışı organizasyonlar ve müsabakalarda zorluk yaşadım çünkü etsiz hiçbir şey bulamıyordum.
“YARIŞLARDA MEYVE-EKMEK YEMEK ZORUNDA KALDIM“
-Peki ya sporcu olarak Bir sporcu olarak vegan olmak zorladı mı sizi?
Vegan sporcu olmak beni eylemsel olarak zorlamadı. Daha çok zihinsel, kültürel ve akademik açıdan zorladı. Çelişkilerle dolu geçti kendimi bulma yıllarım olan 20’li yaşlarım. Kars’ta beden eğitimi öğretmenliği okudum. Et ve süt enstitüsünün olduğu bir kentte dört yıl yaşadım. Kars’ta neredeyse her türlü hayvan yeniyordu. Üniversitedeki beslenme dersinde hayvansal ürünlerin beslenmedeki yerinin çok önemli olduğu anlatılıyordu. Ben hayvansal gıda yemiyordum. Ancak hayvansal ürün tüketimi üzerine olan beslenme biçimini öğreniyordum. Bu bilişsel akademik çelişki beni zorlamıştı. Müsabaka öncesi beslenmem kötüydü çünkü her şey etliydi, çorbalarda dahi hayvansal sular vardı. Birçok atletizm yarışını ve futbol maçlarımı öğün yemeden meyve ve ekmekle tamamladım. Seyahatlerimde yemek bulamama ihtimalime karşı çantama meyve ve kuruyemişler koyuyordum. Yıllardır beslenme çantasıyla seyahat ediyorum.
– Çevrenize, özellikle de spor camiasındakilere vegan olduğunuzu söylediğinizde ne gibi tepkiler aldınız?
Çevreden aldığım tepkiler 30 yıldır neredeyse hâlâ aynı. Üniversite yıllarında peynir, yoğurt yemeyi de bırakmıştım. Önümde vegan olan bir model veya veganlık akımı da yoktu, kendi kendime edindim. Hiçbir hayvanın sömürmeden, kullanmadan yaşanabileceğini kendime ispatlamıştım. Beslenme dersleri bana güvensiz ve uydurulmuş geliyordu. Beslenme konusunda aldatıldığımızı o zamanlarda anlamıştım. Sporcu beslenmesi uygulamadan yarışlar koşuyordum ve maçlar yönettim. Bu yaman çelişki beni kendi yoluma doğru itti, sağlıklı ve güvenli bir yaşamım olduğunu kendime göstermiş oldum. Çevrem her zaman vegan yaşamı tuhaf, zor ve kabul edilemez buldu. Proteini nereden aldığım, diyetimin yeterli olup olmadığı gibi son derece sığ sorularla ömrüm geçti.
“TOPRAK İNSANA YETER“
– Evet, bir vegan olarak benim de en çok karşılaştığım önyargılardan biri, yeterince vitamin ve protein alamadığım yönünde oluyor. Kuşkusuz sporcu olunca bu daha da “sorgulanan” bir konu olarak karşınıza çıkıyordur. Sizin bu sorulara yanıtınız ne oluyor?
Vegan olmamla birlikte aynı zamanda mevsimsel beslenen bir yaşam biçimim var. Örneğin, kışın yaklaşık sekiz ay boyunca domates, salatalık ve benzeri yaz mevsim sebzelerini asla tüketmem. Aynı şekilde kış sebzelerini de yazın tüketmem, mevsimsel beslenirim. Çoğunlukla etrafın ne dediğini önemsemeyen bir kişilik olarak da sığ sorulara sessiz kaldım ve “Toprak insana yeter” dedim. Diyetetik bölümünü kendimden yola çıkarak reddettim. Veganlık bir bilinç sıçraması olduğu için sadece sorulara maruz kaldım.
– Ödüllü bir maraton koşucususunuz. Üç kez Balkan Şampiyonluğu, iki kez Türkiye rekortmenliği kazandınız. Aslında sorulara verilecek en iyi yanıt bu olsa gerek. Nasıl bir beslenme düzeniniz var?
Evet, atletizmde Balkan şampiyonluklarım, rekorlarım var. Avrupa şampiyonasında yarıştım. Kendime has, toprak ve mevsim odaklı bir beslenme biçimim var yani mevsime göre besleniyorum. Az yemeyi seviyorum bana iyi geliyor. Antrenman yaptığım günlerde iki öğün; kuruyemişler, tohumlar, soğuk salatalar… Az yağlı iki çeşit tencere yemeği, bolca salata ve meyve vazgeçilmezlerimdir. Son yıllarda yeni çıkan bitkisel sütler de vegan beslenmemizi oldukça kolaylaştırdı. Sporcu olduğum için makarna en iyi enerji kaynağım, yarış öncesi makarna yerim.
“VEGAN OLDUĞUM İÇİN DAHA BAŞARILIYIM“
– İzmir Masterler Atletizm Kulübü için koşuyorsunuz. Normalde sporcuların 25 yaşından sonra kenara çekilmesi beklenir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kulübüm, İzmir Masterlar Atletizm Kulübü. Dokuz yıldır İZMAK adına Master sporcu olarak koşuyorum. 35 yaşından sonra yapılan müsabık spor denilen kategori adı Master’dır. Dünyada 35 yaşından sonra Atletizm yapan sporcular Master kategoride yer alıyor. 40 yaş sonrası insanlar, Maratona yöneldi. Ben de 35 yaşından sonra çeşitli kategorilerde yarış koşuyorum.
– Aynı zamanda yaşam koçusunuz. Buna nasıl başladınız?
Sporcu, beden eğitimi öğretmeni, hakem, sosyolog ve aile danışmanı olmamın pozitif katkılarıyla koçluk eğitimlerim şekil aldı, yıllar içerisinde kendimi geliştirerek yaşam koçluğu yapmaya başladım. 20 yıldır koçluk yapıyorum. İnsanlara ihtiyaçlarını fark etmelerini sağlamaları için; beslenme, egzersiz, uyku ve kişisel ruh hallerini izleyerek yaşam kalitesini artırmaya yönelik liderlik ediyorum. Bu süreçte alternatif ve özgün yolları görmelerine yardımcı olmak hedefiyle onlara kariyer çiziyorum.
-Yaşam koçluğu, fitness koçluğu, hakemlik, maraton koşuculuğu, vegan aktivizmi, bütün bunlara nasıl yetişiyorsunuz?
Koçluk, hakemlik, vegan aktivistliği esasında birbirinden bağımsız yaşamlar değil. Benim için hepsi veganlık çatısı altında toplanan, birbirini tamamlayan, iç içe geçmiş yaşam unsurları. Vegan olduğum için daha başarılıyım, daha farkındayım, daha sağlıklıyım. Veganlığı merak eden birçok üyeme-danışanıma tavsiyelerde bulundum. Hatta birçok hastalığın tedavisinde hayvansal tüketimi bıraktıklarında iyileşme göreceklerini paylaşıyorum ve bu hususta başarılı olduğumuz danışanlarım da oldu. Sağlığa dair görüşümü “Hastalık diye bir şey yoktur” şeklinde ifade derim. Yaşam alışkanlıklarını düzenleyip, sağlıklı (vegan) beslenme, düzenli egzersiz ve kaliteli uyku ile insanların hastalanmayacağını düşünüyorum.
Son olarak; veganlıkla ilgili en çok zorlandığım nokta bazı sosyal ilişkilerden kaynaklanmakta. Yeni tanıştığım insanlarla bir arada olduğumda veya bir yere davet edildiğimde sunulan yemekleri hep sorguluyorum. Genellikle de benim yiyemeyeceğim gıdalar bulunuyor. Bu durumu nazikçe reddettiğimde beğenmediğim düşünülebiliyor ve açıklama yapmak zorunda kalıyorum. İşte tam da o noktada ardı arkası kesilmeyen veganlık sorularıyla boğuşuyorum. Asıl zorluk ise veganlığı kısaca anlatmam ve sonrasında gelen çelişkili tepkiler…
Sağlıklı insan organizmasının beslenme, hareket ve dinlenmeyle duygu durumu kontrolüne bağlı olduğunu düşünüyorum. Günümüzün hayat zorluklarında öteki canlıları sömürmeden sağlıklı ve doğru beslenerek yaşamak mümkün.