Caster Semenya, Afrikalı bir atlet. İlk olarak görüntüsüyle dikkat çekti, yeterince kadınsı olmayışı, erkeksi özellikler taşıyıp taşımadığı tartışma konusu oldu ve bir dizi teste tabi tutuldu. Cinsiyet testleri, hormon testleri, kromozom testleri derken Semenya’nın kadın mı erkek mi olduğu heteronormatif standartlar ve eril zihniyet tarafından sorgulandı da sorgulandı. Elbette eşcinsel olması da cabasıydı.

Toplumlar kim kadın kim erkek bilmek isterler. Örtük, şaibeli ya da cinsiyetlerin birbirine karıştığı durumları sevmezler.

Bu konu öyle bir konu ki ta en başa dönmemizi gerektiriyor, cinsiyet nedir sorgusuna kadar geriye dönmemizi… Bu sorunun cevabı temelde oldukça basit. Genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikler bireyin cinsiyetini belirler. Cinsiyet özelliklerimiz biyolojik birer niteliktir ve memelerimizin olup olmayışı, penis ya da vajinaya sahip oluşumuz, farklılaşan hormon ve kromozomlarımız da bu başlık altına girer ve cinsiyetimiz bunlara göre şekillenir. 

Evet, bu kadar başa almak gerekiyor bu meseleyi doğru kavramak ve doğru değerlendirebilmek için. Zekânıza hakaret ediyorum gibi düşünmeyin lütfen. Burada Caster Semenya’nın beyanının “ben kadınım” olmasına ve buna rağmen meselenin yıllardır bitmeyen bir tartışma olmasına dikkat çekmek istiyorum. Biz tam olarak neyi tartışıyoruz Semenya üzerinden? Semenya’nın cinsiyetini mi yoksa “bir kadın nasıl olmalı” sorunsalını mı?

Bu tartışma nereden doğuyor? Toplumun çizdiği kadın erkek profillerinden, rollerinden tabii ki. Semenya’ya bakalım, uzun uzun inceleyelim. Göğüsleri oldukça küçük, bedeni oldukça iri, kolları oldukça kaslı, yüzü ise oldukça “erkeksi”. Klasiğin, bilinenin ve kabul edilenin dışında bir profil. Peki, kabul gören ne, bunu konuşalım mı biraz?

Kız bebeklerin kıyafetleri, oyuncakları hatta odasının duvarları pespembe tercih edilir. Kadın rollerine uygun oyuncaklar alınır; mutfak eşyaları, oyuncak bebekler filan. Kız çocuk mutfakta yemek yapar, çay saatleri kurgular, çocuğuna mama verir. Kız çocukları bunları yaparak minik bir hazırlık dersi alır aslında. Hem ileride ne yapması gerektiğini yani rolünü öğrenir hem de bir bebeğe nasıl bakılacağını…

Tüm bunlar toplumsal cinsiyet rollerini belirlemeye yaramıyor mu?

Bir kadının mekânını belirleyen, henüz bir çocukken çocuk bakımının ve ev işlerinin sorumluluğunun onda olacağı bilgisini yerleştiren hamleler değil midir bunlar? 

Bir erkek çocuğuna oyuncak bebek alındığını ya da pembeyi seviyor diye ailesinin mutlu olduğunu gördünüz mü peki hiç? Büyük olasılıkla hayır, ya da en fazla bir iki aile vardır çevrenizde. Erkeğin ve kadının toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına göre şekillendirilmesi doğmadan önce odasının duvarına vurulan pembe boyalı fırça darbesiyle başlıyor aslında. 

Biraz daha ileri gidelim, bu kodlarla büyütülmüş çocuğun ileride sakin, ağırbaşlı ve uyumlu bir genç kız olması beklenir. Öğretmenlik ya da hemşirelik gibi “kadına” uygun, kadının bakıcı, öğretici ve iyileştirici yanını güçlendiren meslekler edinmesi ve çok da yaşı geçmeden evlenip yuva kurması istenir. Yuva kurduğu kişiye karşı da her zaman bağışlayıcı, yumuşak başlı, sevecen, namuslu olması, ev ve çocuk bakımını üstlenmesi, çocuğu için gerektiğinde sorgusuz sualsiz işi bırakması beklenir. 

Bunların Semenya’yla ne ilgisi var derseniz: Toplum, yarattığı ve uygun gördüğü forma uymayan birisini gördüğü zaman onu ötekileştirir. Çünkü tehditkâr ve rahatsız edici gelir. Toplum, kalıpların dışına çıkanları, hele ki cinsiyet kalıbı anlamındakileri bağrına basmaz çoğunlukla. Semenya da tam bu gruba giriyor. Eşcinsel olması ve eşcinsel bir evlilik yapması da üzerine tuz biber ekiyor muhakkak. Hem görüntü hem kadınsılık hem de cinsel tercih konusunda sınıfta kalıyor!

Semenya’nın sınıfta kaldığı bir diğer mesele de aslında sporcu oluşu. Yalnızca futbol özelinde değil, tüm spor dallarında erkek egemen bir yapı olduğunu görebiliyoruz. Güce, kuvvete ve “erkeğe ait” bir şey olarak şekillenen spor, topluma göre kadınla ilişkilenmiyor. Kadınlar o başarılı erkeğin arkasındaki kişi olarak var olmalılar, çünkü profesyonel sporcu olmak toplumca istenen bakıcı, temizlikçi ve anne rolünü engellediği ya da ertelediği gibi, kadının erkeksileşmesine de neden olabiliyor. Kısacası eril zihniyete göre spor kadınla örtüşmüyor. 

Hatta bir başka pencere daha açacak olursak, kadınların profesyonel olarak spor yapmaya başlaması erkeklerde bir tehdit hissi doğurmuştur. Öyle ki erkekler, egemen oldukları bir yapılanmaya dahil olan kadınları, kendi huzurlarını bozacakları, dengeleri şaşırtacakları gerekçesiyle istememişlerdir. Bunun sağlamasını da uzun yıllar kadınların müsabakalara alınmayışı ile yapabiliriz rahatlıkla. Hatta arttıralım elimizi, 1940’larda sporcu kadınlara kendi ülkelerindeki bir doktordan “kadınlık sertifikası” almaları mecbur tutulmuş fakat erkeklere böyle bir uygulama diretilmemiş. Bu meseleyi cinsiyetçilikten ayırarak nasıl okuyabiliriz ki?

İşte tam bu noktada Monica Hesse’nin Washington Post’ta yayımlanan yazısına değinmek istiyorum. Bu yazıda enfes bir noktaya değiniyor Hesse, çok basit bir soru soruyor; yüzücü Michael Phelps’in genetik farklılıkları hiçbir teste tabi tutulmazken Semenya neden buna maruz bırakılıyor? Birkaç cümleyle Phelps’in müthiş özelliklerinden bahsedelim, bir yüzücü için müthiş geniş kol açıklığına sahip, ayak bilekleri çift eklemli olduğu için su içerisinde çok daha fazla hız kazanabiliyor ve dahası bir sporcunun yarısı kadar laktik asit ürettiği için yorgunluğu fazla hissetmiyor. Peki bu özellikler “sporcu olmak için dünyaya gelmiş” şeklinde yorumlanıyor ve hiçbir teste tabi tutulmuyorsa bu işte bir sorun yok mu sizce de? İşte Hesse de tam olarak bunu soruyor yazısında.

Peki Semenya bu süreçte neler yaşadı dersiniz? Federasyon eşitlik konusunda tam olarak nerede sınıfta kaldı? Buyurun birlikte sağlama yapalım. Öncelikle Semenya, erkeklik organına sahip olduğu konusunda gazete haberlerine ve söylentilere maruz kaldı. Yalnızlaştırıldı, ötekileştirildi. Bunun üzerine Güney Afrika Atletizm Federasyonu tarafından “kadınlık testine” maruz bırakıldı. Hatta cinsiyet testi yapılacağı sporcuya söylenmedi, rutin bir test olarak aktarıldı ve aslında açık bir şekilde kandırıldı. Rızası olmadan yapılan cinsiyet testinin sonrasında madalya alan Semenya’ya yeniden bir cinsiyet testi uygulanması istendi. Bu noktada hormon testi de yapıldı. Bu test sonucunda testosteron hormonu olması gerekenden fazla çıktığı için ilaç tedavisine başlandı. Semenya 6 ay ceza aldı, federasyondan uzaklaştırıldı. Aldığı ilaçlar onu depresyona sürükledi, özgüven sorunları yaşamasına neden oldu. Cinsel bölgesinde ağrılar duydu, kilo aldı, uykusuzluk ve terleme sorunlarıyla mücadele etti. Bunların hepsini daha fazla kadın olabilmek için yaşadı.

İnterseks olmasa da zaman içerisinde interseks olduğuna dair bir kanaat oluşturuldu. Tekrar tekrar hormon ilaçlarına maruz bırakıldı. Upuzun yıllar boyu Semenya’nın bir kadın olduğuna birçok kişi ikna olmadı. Her zaman ayrımcılığa maruz kaldı. Yalnızlaştırıldı. Ayrıca Dünya Atletizm Birliği 2018 yılında testosteron sınırını 10 nmol/L’den 5nmol/L’ye düşürerek Semenya ve Semenya ile aynı sorunu yaşayan tüm sporcular için oldukça zorlu bir seviyeye taşımıştır. Bu daha yüksek dozlarda ilaç almak veya ameliyata mecbur bırakmak demektir.

Tüm bunlar ne uğruna yapıldı derseniz, “eşit ve adil bir müsabaka için” cevabını veremem. Toplumun dayattığı rolleri ihlal eden birine açılmış bir savaşın nasıl yıpratıcı olabildiğini gösteren sert bir hikâye Semenya’nınki. İnsanlık var olduğu sürece de kadına dair ayrımcılığın her yüzünü göreceğimizin garantisi niteliğinde duruyor spor tarihinde. 

Kaynakça:

ORHAN, Serhat, Haksız Rekabet mi, İnterfobi mi?: Spor Tahkim Mahkemesi’nin Caster Semenya Kararına İlişkin Bir İnceleme, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2021/2

YAPRAK, Pınar, AMMAN, Tayfun, Sporda Kadınlar ve Sorunları, Türkiye Kick Boks Federasyonu Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:2, Sayı: 1, Temmuz 2009

İnternet Kaynağı:

https://www.5harfliler.com/caster-semenyayi-neden-cezalandiriyoruz/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir